Donald Trump, Knesset kürsüsünde her zamanki küstah tavrıyla, “Dünyanın en iyi silahlarını biz üretiyoruz ve İsrail’e çok şey verdik,” dediğinde barıştan değil, savaştan gururla söz ediyordu. Bu sözler, diplomasinin değil, çağımızın en yıkıcı insani suçlarından birine ortak olmanın açık bir itirafıydı.
O an, maskelerin düştüğü andı. “Barış dili”nin aslında “güç dili” olarak kullanıldığı, gerçeğin çarpıtıldığı bir sahneydi. Yıllardır işgale, yerinden edilmeye ve katliamlara tanıklık eden salonda alkışlar yankılandı; sanki çocukların öldürülmesi, şehirlerin yerle bir edilmesi istikrarın ön şartıymış gibi. Trump, kitlesel ölümleri bir pazarlama kampanyasına dönüştürdü. Bu bir diplomasi konuşması değil, bir imparatorluğun reklam filmiydi. Trump, Ortadoğu’ya vizyon sunmuyordu; Amerikan silah sanayisinin çıkarlarını pazarlıyordu. Hemen yanında duran Netanyahu ise memnun bir müşteriydi — Trump’ın gururla övdüğü o silahları “iyi” kullanan, Gazze’yi yerle bir edip buna “barış” diyen adam.
Trump’ın konuşması baştan sona kibir ve kendini övmeyle doluydu. Netanyahu’ya, Gazze’deki sivillere ABD yapımı bombalarla ölüm yağdırmasını bir başarıymış gibi, “Onları iyi kullandın,” dedi. Bu, tarihe geçecek bir ahlaki çöküştü: Görevdeki bir ABD başkanının, kuşatma altındaki bir halkın celladını açıkça övmesi. Kurduğu mantık acı vericiydi: Açlık, abluka ve teknolojik üstünlükle elde edilen mutlak askeri güç, sözde barışın yolu olarak sunuluyordu. Fakat Gazze’nin yıkıntılarından nasıl bir barış doğabilir? Hangi medeniyet, saniyeler içinde ailelerin yok olduğu bir coğrafyada, silahlarının hassasiyetini övünecek bir başarı olarak görür?
Trump’ın barış anlayışı her zaman bir “anlaşma”dan ibaretti — geçici, çıkarcı ve pazarlığa dayalı. Onun barışı, savaşın bitmesi değil, kârlı bir düzenleme altında sürmesiydi. İsrail’in “güçlü ve kudretli” hale gelmesinden söz ederken ahlaki bir inançtan değil, ekonomik ve politik hesaplardan bahsediyordu. Yönetiminin sözde “İbrahim Anlaşmaları”, uluslar arasında uzlaşmadan ziyade Filistinlilere karşı şiddeti normalleştirmeyi, Arap dünyasını İsrail’in imha projesine sessiz ortaklar haline getirmeyi ve Amerikan enerji ve savunma çıkarlarını garanti altına
Trump’ın Knesset konuşmasının her cümlesinin ardında, Amerikan hakimiyetini sarsılmakta olan bir bölgede yeniden tesis etme çabası yatıyordu. Bu sözler yalnızca İsraillilere değil; küresel silah tüccarlarına, petrol zenginlerine ve her patlamayı bir kazanç, her katliamı bir pazar fırsatı gören lobilere de hitap ediyordu. Trump, “barış” kisvesi altında savaş satıyordu. Netanyahu’ya övgüsü dostluktan değil, yatırım mantığındandı — Washington’un nüfuzunu ahlaka değil korkuya dayalı biçimde sürdürmesini sağlayan askeri-endüstriyel kompleksin çıkarlarını koruyordu.
Netanyahu, gösterinin farkındaydı. “Barış” ve “güvenlik” kelimelerinin yalnızca propaganda malzemesi olduğunu biliyor, sinsice gülümsüyordu. Onun siyaseti on yıllardır işgal ve savaş üzerine kuruluydu; Filistinlilerin var olma hakkını bile reddederek İsrail’i kalıcı bir kuşatma psikolojisiyle yönetiyordu. Trump ise ona her zaman istediğini sundu: meşruiyet, silah ve koşulsuz destek. Buna “diplomasi” dediler. Karşılığında Netanyahu, Trump’a büyüklük yanılsaması, Ortadoğu’ya barış getiren bir “anlaşma ustası” imajı verdi.
Fakat gerçekte bu sahne sadece sessizlik getirdi — yıkılmış mahallelerin, mezarsız ölülerin ve acıları onu yaratanlar tarafından silinen bir halkın sessizliği.
Bu gösterinin en trajik yönü, Trump ya da Netanyahu’nun söyledikleri değil, dünyanın tepkisizliğiydi. Bir zamanlar sömürgeciliğin dehşetine öfke duyan uluslararası toplum, bugün bu yeni soykırım biçiminin sessiz ortaklarına dönüştü. İnsan haklarını savunduğunu iddia eden devletler, ABD yapımı bombalar Gazze’deki hastanelere ve okullara düşerken suskun kaldı. Demokrasi nutukları atan Avrupalı liderler, kurbanlar Müslüman, vatansız ve savunmasız olduğu için yüzlerini çevirdi. Çifte standart artık gizli bir utanç değil, küresel düzenin temel ilkesi haline geldi.
İsmail Selahaddin/ MEMO
Mira Haber – Ortadoğu Bağımsız Muhabir Ajansı Tarafsız değiliz. Ancak Mirahaber'de sadece gerçekleri okursunuz.