1303254 0.jpeg

Savaş silahı olarak kış: Gazze’nin çadırlara değil, adalete ihtiyacı var!

Gazze’de bir savaş silahı olarak kış: Kumaş çadırlarda ve soğukta yaşamak

İnsanlığın her ölçüsüne göre, bu manzara dayanılmaz: eski battaniyelerden, yırtık kıyafetlerden ve plastik parçalarından dikilmiş çadırlar, Gazze’nin kumlu zeminine doğrudan serilmiş. Bugün “barınak” diye adlandırılan şey, yaşam ve ölüm arasında ince bir zardan başka bir şey değil. Başlangıçta Arap bölgesinde olağanüstü bir halk dayanışması dalgasıyla finanse edilen bu derme çatma yapılar, bir yıla, hele ki bu kışın acımasız soğuğuna ve fırtınalarına dayanacak şekilde tasarlanmamıştı. İnsanların geçici bir savaş olacağına inandıkları dönemde geçici çözümler olarak tasarlanmışlardı.

Ama savaş hiç bitmedi.

Yardım kuruluşları, Kızılay dernekleri ve sivil toplum gönüllüleri, kuşatma altındaki Gazze Şeridi’nde yaşanan kitlesel yer değiştirmeye (bazı aileler için on üç ayrı yer değiştirme) erken dönemde müdahale etti. Geçici kamplar kurmayı, su dağıtmayı ve gıda paketleri göndermeyi başardılar. Topluluklar, birbirlerini terk etmeyi reddederek sahip oldukları tüm kaynakları bir araya getirdiler. Bu, en kahramanca haliyle tabandan gelen insancıllık örneğiydi.

Sömürgeci Siyonist aygıt, yavaş yavaş ve sistematik bir şekilde bu aktivizmi boğmak için çalıştı. Arap bağışçılara baskı yapıldı, fon kanalları kesildi, yerel girişimler izlendi, bastırıldı veya suç haline getirildi. Gazze’nin yanışını izleyen aynı bölgesel ve uluslararası güçler, sıradan insanların bölge sakinlerine uzattığı su hortumunu kesmek için de eş zamanlı olarak harekete geçti.

Geçen yılın sonuna doğru iki yanılsama yerleşti: dış desteğin yeniden başlayacağı ve Siyonist insansız hava araçları, gözetleme uçakları, suikastler ve sürekli patlamalarla yürütülen savaşın yavaşlayabileceği. Bu yanılsamaların hiçbiri uzun sürmedi.

Bugün Gazze’deki savaş iki cephede yürütülüyor. Birincisi, bilindik olanı: İsrail, ABD’nin siyasi ve askeri desteğiyle sivilleri, toplum liderlerini ve direniş üyelerini hedef almaya devam ediyor. İkincisi ise daha sessiz ama son derece yıkıcı: Açlık, keder, aile üyelerinin kaybı ve tekrarlanan yer değiştirmelerden bitkin düşmüş bir nüfus arasına işbirlikçiler ve muhbirler yerleştirilmesi. Bu, umutsuzluğu derinleştiren, güveni zedeleyen ve tarihi Filistin topraklarında hayatta kalmak ve kararlılıkla varlığını sürdürmek için mücadele eden bir topluluğun dokusunu zayıflatan bir stratejidir.

Ve şimdi, kış.

Geçen yıl Gazze’deki kış ılıman geçti. Bu durum, dünyanın, bu kırılgan, yamalı çadırların, iki milyondan fazla insanın zorla yerinden edilmesine yeterli bir yanıt olduğu fantezisini sürdürmesine olanak sağladı. Ancak bu kış acımasız. Yağmur fırtınaları kampları sular altında bıraktı. Rüzgarlar, ailelerin “geçici ev” dediği ince örtüleri parçaladı. Çocuklar ıslak kıyafetlerle titriyor. Anneler, yazlık giysiler içindeki küçük çocukları soğuk havada titrerken ağlıyor. Yaşlılar nemli kumda uyuyor. Zemin yok, yalıtım yok, ısıtma yok. Su, dışarıda değil, çadırların içinde birikiyor.

Bugün Gazze’den gelen görüntüler doğal afetler değil. Yoksulluğun, kötü yönetimin ya da sadece hava koşullarının sonucu da değiller. Bunlar, Filistinlileri evlerinden söküp atmakla kalmayıp, yerlerinden edilme koşullarını o kadar dayanılmaz hale getirmeyi amaçlayan kasıtlı politikaların sonucudur ki, ayrılmak akla gelebilecek tek seçenek haline gelir.

Son bir yıldır Filistinliler zorla yerinden edilme, zorla uzuv kesme ve fiziksel engellilik, zorla kitlesel hapis, zorla aç bırakma ve daha yakın zamanda da zorla “gönüllü göç” gösterisine katlanmak zorunda kaldılar: Gazze sakinlerinin bir kısmını insani tahliye bahanesiyle bilinmeyen yerlere taşıyan uçuşlar. Ve şimdi, bu şiddet ve etnik temizlik mimarisinin en karanlık ifadesi olarak, zorla dondurulmaya tanık oluyoruz.

Şunu açıkça belirtelim: Uygun barınak sağlamanın teknolojik veya lojistik açıdan karmaşık bir yanı yok. Karavanlar, prefabrik üniteler ve modüler evler, Gazze’den çok daha erişilemez bölgeler de dahil olmak üzere, dünyanın dört bir yanındaki afet bölgelerine günler içinde teslim edilebilir. Küresel insani yardım sistemi kapasiteye, ekipmana ve finansman mekanizmalarına sahip. Sahip olmadığı şey ise, sömürge işgali altındaki Filistinliler için insan hakları mücadelesi verecek siyasi izin ve siyasi yetenek.

Aylardır insani yardım çevrelerinde aynı trajik gerçek etrafında dönen konuşmalar var: Gazze’ye kervanların girmesine izin verilmiyor çünkü kervanlar, çadırların aksine, kalıcılığı ima edebilir. Yerinden edilmiş Filistinlilerin yerleştiğini, istikrara kavuştuğunu, hayatta kaldığını gösterebilirler. Hayatta kalan bir nüfus, geri dönebilen, yeniden inşa edebilen, direnebilen bir nüfustur. Donup kalan bir nüfusu ise zorla ve etnik temizlikle yerinden edilmenin bir sonraki aşamasına itmek daha kolaydır.

Birleşmiş Milletler kuruluşları, insan hakları mimarisi ve insani yardım mekanizmasıyla övünen uluslararası düzenin, kuşatma altındaki sivil nüfus için hava koşullarına karşı asgari düzeyde bile koruma sağlayamamış olması ne anlama geliyor? Tüm nüfuzlarına rağmen Batı hükümetlerinin Gazze’ye hayat kurtarıcı barınakların sağlanmasını talep edememesi veya talep etmek istememesi ne anlama geliyor? Arap devletlerinin, söylemlerine rağmen, ihtiyaç son derece acil ve ahlaki zorunluluk açık olsa bile, Filistin sivil toplumunu desteklemekten giderek daha fazla caydırılması ne anlama geliyor?

Sistemin başarısızlığına tanık olmuyoruz. Aksine, sistemin sömürgeci bir dünya tarafından tam olarak tasarlandığı gibi işlediğine tanık oluyoruz.

Küresel güçlerin eylemsizliği pasif bir sessizlik değil, suç ortaklığıdır. İsrail’e silah, diplomatik destek ve yasal kalkan sağlayan devletler, buz gibi su birikintilerinde uyuyan çocukların görüntüleriyle karşı karşıya kaldıklarında çaresizlik numarası yapamazlar. Nüfus kasıtlı olarak yaşanmaz koşullara itilirken “her iki taraf”, “gerginliğin azaltılması” ve “ateşkes görüşmeleri”nden bahsetmeye devam edenler de aynı şekilde çaresizlik numarası yapamazlar.

Bugün, çadırlar yağmur ve rüzgar altında çökerken, soru Gazze’nin neden düzgün bir barınaktan yoksun olduğu değil. Soru şu: Gazze’nin sürekli olarak mülksüzleştirilmesinden kim fayda sağlıyor? Gazze’deki Filistinli nüfusun tamamının bitkinliğinden, soğuğundan, açlığından, psikolojik çöküşünden kim stratejik kazanç görüyor? Ve dünya neden -aktif olarak veya sessiz rıza ile- Filistin ulusunun yavaş yavaş silinmesine yol açan bir sürece katılıyor?

Ne kadar insani yardım yapılırsa yapılsın, ne kadar geçici yapı kurulursa kurulsun, özünde siyasi bir suç olan bu durum çözülemez. Gazze’nin çadırlara değil, adalete ihtiyacı var. Kuşatma altında olmadan, bombardımana maruz kalmadan, kurgulanmış kıtlık veya yerinden edilme olmadan yaşama hakkına ihtiyacı var. Hayatta kalmayı direnişe, kışı ise bir silaha dönüştüren tahakküm sistemleriyle yüzleşmeye, uzlaşmaya değil, hazır bir uluslararası topluma ihtiyacı var.

Ancak bu karanlığın karşısında Filistinliler direniyor. Yıkılan çadırları yeniden kuruyorlar. Çocuklarının kıyafetlerini derme çatma ateşlerde kurutuyorlar. Sahip oldukları az şeyi paylaşıyorlar. Dayanıklılıkları, haysiyetleri ve kolektif güçleri, hiçbir sömürge mimarisinin kıramadığı tek şey olmaya devam ediyor.

Dünya Gazze’nin titremesini izlerken, soru Filistinlilerin bu kışı atlatıp atlatamayacağı değil. Tarih, atlatacaklarını gösteriyor. Soru şu: Onları dondururken dünya hâlâ medeni veya modern olduğunu iddia edebilir mi?

Dr. Oroub El-Abed/ Middle East Monitor

Bir Cevap Yazın