Gazze’de sabahlar artık patlama sesleriyle değil, açlığın sessiz, acil çığlıklarıyla başlıyor.
Anneler sütsüz bebekleriyle uyanıyor. Çocuklar, bombalar geri dönüp kalan azıcık umudu da yerle bir etmeden önce, açlığı yatıştırabilecek kırıntı arıyor.
Bu abartı değil. Acımasız ve belgelenmiş bir gerçek. Gazze sadece bombardıman altında değil, aynı zamanda kuşatma altında. Ve şu anda en derin yarayı açan silah açlık. Açlık sessizce öldürdüğü için dünya, sanki yavaş bir ölüm sayılmıyormuş gibi başka tarafa bakıyor.
Gazzeliler aylardır çifte kuşatma altında: günlük hava saldırıları ve uluslararası umursamazlık. Sınır kapıları kapalı. Yiyecek arayanlar vuruluyor. İnsani yardım hatları sistematik olarak kesiliyor. Ekmek artık bir hayal haline geldi. Su, günlük bir mücadele. İlaç ise nadir bir mucize.

“İnsani felaket” artık durumu tanımlamıyor. Şu anda yaşanan, soykırımın tüm yasal ve ahlaki tanımlarına uyan, kasıtlı bir açlık kampanyası.
Gazze’de kaydedilen görüntülerde, ekmek kuyruğunda yere yığılan çocuklar, otlarla hayatta kalmaya çalışan aileler, dört aç çocuğa bir somun ekmeği bölüşen anneler görülüyor. Onları öldüren bombalar değil, yetersiz beslenen bedenlerin yavaş yavaş erimesi.

Gazze halkı imkânsızı istemiyor. Küresel vicdanın bir kırıntısını istiyor.
Ama açlıktan daha da çok acıtan şey sessizliktir.
Saldırının ilk günlerinde Batılı liderler temkinli açıklamalar yaptı: itidal çağrıları, uluslararası hukukun hatırlatılması, endişe ifadeleri. Ancak bu sesler o zamandan beri kayboldu. Unutuldu. Eski basın bültenlerine gömüldü. Hiçbir adım atılmadı. Hiçbir politika değişmedi.

Bunun yerine İsrail’e destek yoğunlaştı. Hatta bazı hükümetler, Gazze’nin çöküşünün ortasında, BM’nin başlıca yardım kuruluşu UNRWA’ya sağlanan fonları askıya aldı.
Çocuklar açlıktan ölürken bir hükümetin insani yardım kuruluşuna yaptığı yardımı geri çektiğini duydunuz mu?
Oldu. Ve sessizce oldu.

Nelson Mandela’nın da dediği gibi:
“İnsanların insan haklarını inkar etmek, onların insaniyetine meydan okumaktır.”
Bugün Gazze sadece bombalarla değil, açlıkla da cezalandırılıyor; bu, konuşmaktan çekinen uluslararası bir mutabakat sayesinde mümkün olan bir tür kolektif cezalandırma. Bu mutabakat resmi açıklamalarda bulunmasa da, her mühürlü sınırda, her boş kasede ve susuzluktan ağlayan her çocukta görülebilir.

BM kuruluşlarına göre:
Gıda güvensizliği felaket boyutlarına ulaştı.
Gazze’deki çocukların yüzde 90’ından fazlası yetersiz besleniyor.
Açlık ve susuzluktan kaynaklanan bebek ölümleri artık günlük bir gerçek.
Ama dünya hala duruyor.

Daha da kötüsü, bazı hükümetler İsrail’in eylemlerini “meşru müdafaa” bahanesiyle meşrulaştırmaya devam ediyor; sanki açlığı bir silah olarak kullanmak meşruymuş gibi.
Ancak sorumluluk sadece Batı’ya ait değil.
Mısır da ablukada üstlendiği rolün hesabını vermeli. Gazze’nin İsrail kontrolünde olmayan tek çıkışı olan Refah Sınır Kapısı aylardır kapalı. Kahire, yardımların girişine veya hastaların çıkışına izin vermek için Tel Aviv’in iznini bekliyor. Bunun tarafsızlık olduğunu iddia etmeyi ne zaman bırakacağız? Bu suç ortaklığıdır.

Peki ya İsrail ile ilişkilerini normalleştiren Arap hükümetleri? Bazıları sessiz kaldı. Bazıları ise daha da ileri giderek, Gazze açlıktan kırılırken ilişkileri alenen güçlendirdi. En azından Batı akrabalık iddiasında bulunmuyor. Ama bu rejimler, Filistinlilerin acılarını durdurmak için hiçbir şey yapmazken, akrabalık iddiasında bulunuyorlar.
Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın bir zamanlar uyardığı gibi:
“Yiyecek bir silaha dönüştüğünde, insanlık çökmüştür.”
Gazze bu çöküşle karşı karşıya ve uluslararası sistem buna izin veriyor.
Ama her şeye rağmen Gazze direniyor. Halkı açlığı meydan okumaya dönüştürüyor. Her şeyden mahrum bırakılsalar bile direniyorlar. Gazze’de onur, rahatlıkta değil, hayatta kalmakta bulunur.
Ama dürüst olalım: İsrail bunu tek başına sürdüremez. Sessizliğe, seçici öfkeye, diplomatik bahanelere bel bağlıyor. Ve insan haklarını önemsediğini iddia eden, ancak hangi kurbanların önemli olduğunu seçen dünya güçlerinden tam olarak bunu alıyor.
Peki Gazze’nin yanında gerçekten kim var?
Hükümetler değil. Kurumlar değil. Sıradan insanlar. Protestocular. Vatandaşlar. Hâlâ vicdan sahibi olup da gözlerini kaçırmayı reddedenler.
Gazze acıma istemiyor. Adalet istiyor. Soykırımın sona ermesini ve buna izin verenlerin hesap vermesini talep ediyor.
Artık soru şu değil: Ne oluyor?
Biliyoruz.
Soru şu: Kim harekete geçecek?
Peki tarih yazıldığında kimler sessizliğiyle hatırlanacak?
Çünkü açlık karşısında susmak tarafsızlık değildir.
Bu bir suç ortaklığıdır..
Adnan Hmidan
Mira Haber – Ortadoğu Bağımsız Muhabir Ajansı Tarafsız değiliz. Ancak Mirahaber'de sadece gerçekleri okursunuz.