2012 yılında ABD insansız uçak saldırısında Afganistan’da yaşamını yitiren El Kaide liderlerinden Ebu Yahya el Libi’ye ait makaleyi ilginize sunuyoruz. Makalede hareketin dünya görüşüne dair araştırmacılar için önemli bilgiler yer alıyor.
Hamd Allah’a salât ve selam Allah Resulü’ne, ehline, ashabına ve kendisini izleyenlerin üzerine olsun. Ve sonra:
Müslüman kardeşlerim: Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Allahu Teâlâ cihadı müminlerin üzerine farz kılmasının, kâfirleri ansızın yakalamamasının ve kendi katından bir azapla köklerini kazımamasının hikmetlerinden biri hakkında şöyle buyurmaktadır: ‘İşte böyle. Allah dileseydi onlardan öç alırdı. Ancak sizi birbirinizle imtihan etmek için (böyle emrediyor).
Savaş, iman karargâhı ile küfür karargâhı, Rahman’ın dostları ile şeytanın orduları arasındadır. Hala en şiddetli halinde, kızgınlığının zirvesindedir. Bu savaşta şeytan dostları çeşit çeşit suretlerde kendini göstermekte, savaşlarını farklı farklı yollarla yürütmektedir. Tüm bu suret ve yollar da haktan nefret ve iğrentilerinin, içine daldıkları karanlıklardan memnuniyetlerinin şiddetini yansıtmaktadır. Bu da sadece kalplerinin küfürle kaplı olması, şeytanın kalplerini ele geçirmesi, (kalplerine) hâkim olması, Allah’ın indirdiklerine karşı nefretle ve hükümlerine karşı öfkeyle doldurmasındandır. Zira Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ‘İnkâr edenlere gelince: Onlara yıkım, yüzükoyun kapanmak olsun! Allah, onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır. Bu yüzden Allah, amellerini değersiz kılıp faydasız duruma getirmiştir.’
Bu kâfirler, Yüce Rabbimizin bize şu ayeti ile bildirdiği gibi hevalarına (istek ve tutku) uymaktadır: ‘Eğer sana cevap veremezlerse bil ki onlar kendi arzularına uymaktadırlar. Allah’tan (gelen) bir yol gösterici olmaksızın arzularına uyandan daha sapık kim olabilir? Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.’
Onlar şehvetlerin köleleridir. Âlim ve her şeyden haberdar olan Allah bizlere bunu şu şekilde bildirmiştir: ‘Allah sizin tövbenizi kabul etmek istiyor, şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar.’ Bunun için de hayvanlar gibiydiler. Hatta hayvanlardan daha da sapık! ‘Yoksa sen onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler. Hatta yol yordam bakımından, hayvandan daha da sapıktır onlar.’ Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘İnkâr edenler ise, (dünyada) zevklenirler ve hayvanların yediği gibi yerler. Ateş onların varacakları yerdir.’
İşte Yüce Allah’ın dininde onların değeri budur. Bu, Allah’a ve Resulü’ne karşı geldikten, açık ayetlerini yalanladıktan, dinine karşı savaştıktan, iman edenleri Allah yolundan –onda bir çarpıklık bulmaya yeltenerek- çevirmeye çalıştıktan sonra hak ettikleri vasıftır.
Süslü cümleler, dekore edilmiş sloganlar, uydurma propagandalar ve aldatıcı görüntüler onların küfür ve şirk hastası kalplerini güzelleştiremeyecek, yalancı ve sahtekâr medya, çarpıtılmış ve yanıltıcı açıklamalar onların hakikatini ve vasıflarını değiştiremeyecek. Onların göğüsleri ne kadar isteseler de saklayamayacakları kinle dolu. Deneseler bile –kâfir ve facirlerin her zamanki adetleri üzere- pek fazla vakit geçmeden iğrenç suçlar ve düşük, aşağılık ifadelerde kendini gösterecek şekilde patlarlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Eğer sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin inkâr etmenizi içten arzu etmişlerdir.’ Allahu Teâlâ onlara meyletme veya kendilerine güvenme hususunda da uyararak şöyle buyurmaktadır: ‘İşte siz böyle kimselersiniz: Onlar sizi sevmezken siz onları seviyorsunuz ve Kitabın tümüne inanıyorsunuz. Sizinle karşılaştıkları zaman ‘iman ettik’ derler. Yalnız kaldıklarında ise size karşı olan öfkelerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: ‘Öfkenizden ölün. Şüphesiz Allah kalplerde olanı bilmektedir.’
Onların sürekli tekrarladıkları suçlarını, çeşitli zulümlerini, İslam’ı ve ehlini zayıflatmak için fırsatları değerlendirmelerini gören ve Allahu Teâlâ’nın onlar hakkındaki ayetlerini okuyan bir kimsenin ancak Allah’a imanı, tasdiki ve teslimiyeti artar. Eğer öyle olmazsa, kendisinden başka kimseyi suçlamasın.
Bagram üssünde Kur’an’ın yakılması, onların işledikleri suçların ilki de sonuncusu da değil. Bu hadise, askerlerinin ölülerin üzerine bevletmesinden sadece üç hafta kadar sonra gerçekleşti. Bu hadisenin ABD ordusunun tutumunu yansıtmadığını söyleyerek kılıf uydurdular. Bu işi hafife aldılar. Ne kadar ironik ve saçma! Alçak Amerikan Ordusu’nun ahlakı mı varmış ki bu yaptıkları onun ahlakını yansıtmıyormuş?!
Otlayan hayvanları, sığırları da gördük, erkek ve kadın askerleriyle bu ordu ile de yaşadık. Bu mücrimlerden daha aşağılık, daha rezil ve daha adisini de görmedik. Hatta o kadar ki bazen istihbarat birimlerinin müfettişleri, askerlerinin yaptıklarından gördükleri ve duydukları hakkında bazen soğuk bir utanç duyuyor ve karşımızda bu aşağılılıktan ötürü şu sözleriyle özür diliyorlardı: ‘Buradaki askerlerin yaptıklarına bakaraktan Amerikan halkı hakkında önyargılı olmamanızı rica ediyoruz. Bunlar toplumun pislikleri.’ Eğer bu askerler pislikseler, onların istihbaratları da hiç bir değeri, prensibi, ahlakı ve vicdanı olmayan pisliklerdir.
‘Allah’ın laneti zalimlerin üzerine değil mi?’
Şimdi de Allahu Teâlâ’nın kitabının yakılması meselesi gündeme gelmiş, yalancı ve iftiracı liderleri kötü askerleri adına yalandan özür diliyor, Afganistan ve diğer ülkelerdeki Müslümanların akıllarını hafife alarak şöyle diyorlar: ‘Bu, kasıtlı yapılmış bir şey değil, bu saçmalığın açıklaması nedir bilmiyoruz.’
Yoksa askerleri bu iğrenç işi yaparlarken askerleriniz sağır, dilsiz ve kör müydüler?
Hapishanelerin içinde ve zayıf mahkûmların gözleri önünde; Mushafların fırlatılmasından tuvaletlere atılmasına, ayaklarla çiğnenmesinden kana bulanmasına yapılanlar, herkesin gördüğü ve Müslümanların da bir kısmını görüp öğrendiği suçlardan kat kat fazladır. Ve bu mücrimler, askerlerinin bu işi istemeden ve kasıtsız yaptıklarını iddia edemezler.
İşte öyle iddia ettiklerinde bu suçlulara hiç de inandırıcı olmayan bahanelerinin kendilerini kandıramadığını, yanıltıcı özürlerinin aldatamadığını, boş sözlerini ciddiye almadıklarını haber veren Müslüman, onurlu Afgan halkı, dinini savunma, Rabbinin kitabı için kızma, imanının çağrısına cevap verme adına canını, ruhunu ve kanını bu uğurda ucuz görerek ayaklandı. Mushafu’şşerif; Allah’ın yedi gök semanın üzerinden indirdiği kitabının prensiplerini hakim kılma savaşında Afganistan’ın kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna çok sayıda şehit verdi.
Bu, garipsenecek bir durum değil. Zira Afgan halkı fedakârlık, metanet, sabır ve mücadele halkıdır. Müslüman Afgan halkı başta şer kaynağı Amerika olmak üzere tüm dünyaya şöyle demek için ayaklandı:
‘Bizler açlığa, fakirliğe, evsiz yurtsuz kalmaya, göç etmeye sabrederiz. Ancak Rabbimizin kitabının hor görülüp çiğnendiğini, yakılıp aşağılandığını görmeye asla sabredemeyiz.’
Müslüman Afgan halkı bu mücrimlere şöyle demek için ayaklandı: ‘Sağlam İslam inancımız, dinimize ve Rabbimizin kitabına sevgimiz bizim kalplerimizde sizin boş uygarlık yalanınızdan çok daha derin, sağlam ve kuvvetlidir.
Şu iki suçun sayfaları dürüldü: Temiz şehitlerin cesetleri üzerine bevletme suçu ve mushafların yakılması suçu.
Müslüman Afgan Halkı şokundan daha yeni çıkmaktaydı ki bitkin bedenine derin, kanayan bir yara daha eklensin diye, ızdırapla kalpleri eriten, ağrıyla ciğerleri parçalayan acı bir trajedi yaşadı. Zayıf, fakir ve silahsız halk aşağılık, hain bir saldırıya uğradı. Suçlarının ne olduğundan habersiz; suç kurşunuyla küçük uykularından büyük uykuya geçtiler.(ABD askerlerinin bir köyü basıp çoğu çocuk ve kadın 17 sivili öldürmesi olayına atıfta bulunuluyor)
‘Onlardan sırf yüce ve övgüye layık olan Allah’a iman etmelerinden dolayı öç alıyorlardı.’,
Bu (bahsettiğim suç), Kandahar’daki fakir Afgan ailelerin üzerlerine karanlık kalplerini dolduran kinlerini kaplayan kin kurşunlarını yağdırmak için evlerine iğrenç bir şekilde saldıran askerin, daha doğrusu askerlerin işlediği suçtur. Kalplerindeki öfke bu kadarıyla da sönmedi. O; masum, temiz cesetleri birbirinin üzerine yığıp ateşleri için yakıt yaptılar.
‘(Müminleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lanetlenmiştir. O vakit, ateşin etrafında oturmuş, mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlar mü’minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye layık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı.’
Tüm çeşitleri ve şekilleriyle ahlaki bozukluk; pislik ve zina çocukları ordusunun askerlerinin yapışık ve ayrılmaz sıfatıdır. Bunlar, liderlerinin ve medyalarının bize göstermeye çalıştığı gibi bazı deliler tarafından işlenen geçici suçlar değildir.
Böylece ne kadar çok onların çağdaşlık, değerleri yayma ve insan hakları savunucucu ordu olduğunu söyleyip hakikatlerini saf insanlara karşı kamufle etmeye çalışsalar da örtü yırtılmış oldu. Bir şeyi kaybeden onu veremez. Müslümanlar şunu bilmelidir ki medya aracılığıyla kendilerine zaman zaman aktarılanlar, onların üslerinin duvarları ardında ve hapishanelerinin karanlıklarında hayâsızca işledikleri suçlar, yozluk ve alçaklık denizinde ancak bir damladır. Guantanamo Hapishanesi’ndeki rezillikleri Amerikan Ordusu’nun ahlakı sayılmıyor mu? Ebu Gureyb hapishanesinde yaşanan skandallar sadece bireyselmiş de Amerikan Ordusu’nun değerlerini yansıtmıyor muymuş? Irak’ta Müslüman kızların, kadınların önce ırzlarına geçilip sonra da soğukkanlılıkla öldürülmeleri sadece sınırlı bir tasarruf olup ‘parlak Amerikan Ordusu’nun gerçek yüzünü yansıtmıyor muymuş? Kapisa Eyaleti’nde ve Afganistan’ın diğer bölgelerinde savunmasız çocukların öldürülmesi ‘cihat sahalarında olabilen kaçınılmaz hatalardan mıymış?
İnsanların genelinin defalarca düğünlerinde, mutlu günlerinde bombalanmasının her zamanki sebebi mücahitlerin aralarında gizlenmesi ve bununla birlikte tek sorumlunun kendileri olması mı imiş?
Müslüman kardeşlerim, mücahitlerin tüm meydanlarda uluslararası küfrün başına karşı girdikleri cihat, şer imparatorluğu olan bu devleti sadece askeri yönden zayıflatmamıştır. Bundan daha önemlisi Amerika’yı herkesin önünde ifşa etmiş, savunduğu iddialardan ibaret olan, yayılmacı politikaları ile ile köyleri, şehirleri yok ettiği, halkları ezdiği ve zayıflara baskı yaptığı tüm değerlerin, prensiplerin ve hakların gerçeğini alenen ortaya koymuştur. Bu nedenle kibirli, zorba politikacılarının önünde bu skandalları ve kötülükleri örtebilmek için, ancak saf kişilere pazarlayabileceği; soğuk pişmanlık ifadelerine ve saçma özürlere başvurmaktan başka yol kalmamıştır. Bu da ancak Allahu Teâlâ’nın hikmeti gereği; kötüyü iyiden ayırmak için yapılan cihat ibadetinin kaçınılmaz sonuçlarındandır. ‘Böyle olması Allah’ın murdarı temizden ayıklaması ve murdar olanları birbiri üstüne yığıp topluca cehenneme atması içindir. Onlar, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.’
Aynı şekilde iman ehli şunu bilmelidir kötü olan, ne kadar şişirilirse şişirilsin, ne kadar üstün gelirse gelsin, ne kadar süslenirse süslensin hakikatinden daha iyi bir hal alamayacak. (gerçeği değişmeyecek). Hakkın açıklığı, adaletin saflığı ve değerlerin arılığıyla çarpıştığı anda üzerinden ikiyüzlülük örtüsü ve kamuflaj elbisesi kalkar ve insanlara çirkin sureti, gaddar yüzü ve iğrenç kokusuyla görünür. Allahu Teâlâ ne kadar da doğru buyurmuştur: ‘De ki: Pis olanın çokluğu hoşuna gitse de, pis ile temiz bir olmaz. Şu halde ey akıl sahipleri Allah’tan korkup sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.’
Savaşın kendisini yediği, darbelerin gücünü zayıflattığı Amerika’nın sapıklığından uyanma, sarhoşluğundan ayılma, doğru yolu arama, hiçbir şey üzere olmadığını, şımarıklık, kibir ve gururda inadın seviyesizliğinden başka bir şeyi artırmayacağını, sefil halkına daha fazla bitkinlik ve gözyaşından başka bir şey getirmeyeceğini fark etme zamanı geldi.
Politikacılarının ve ülkenin akil adamlarının –eğer aralarında akıllı kimse varsa- bugüne kadar izledikleri ve izlemeye devam ettikleri yolun kendilerini istedikleri şeye ulaştıramayacağını; hatta yakınlaştıramayacağını çok iyi anlaması gerekir. Zira kendisini savunduğumuz, uğrunda fedakârlıklarda bulunduğumuz, kahramanlarımızın vücutlarının parçalandığı yüce İslam dininin gücü sadece savaşçının, düşmesiyle elinden düşen silahında saklı olmadığı gibi makamı ne olursa olsun o silahı taşıyanın öldürülmesiyle kesilecek de değildir… Bu, ehli en zayıf halde bile olsa mücadele edebilme kabiliyetine sahip bir dindir. Yeryüzünün tüm orduları kendisine karşı toplansa da çatışma için ayaklanır. On yıllarca, yüzyıllarca düşmanın karşısında ölüme meydan okur ancak asla beyaz bayrağı kaldırmaz. Aksine zorluk onun ancak gücünü, inat ancak şiddetini, çatışma ancak ısrarını artırır.
Bu öyle bir dindir ki yaralar onu yere deviremez, şüpheler onu sarsamaz, yalan ve iftiralar yükselmesini durduramaz. Böyle olmasının sebebi ise kuvvetini, kendilerini sabah akşam şu şekilde çağıran köklü bir akideden ve sağlam bir imandan alıyor olmasıdır. ‘Kâfir olanlar, sizinle savaşmış olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra, ne bir veli (koruyucu dost), ne bir yardımcı bulamazlardı. (Bu,) Allah’ın öteden beri sürüp giden sünnetidir. Sen Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın.’
Bir gün size bir gün bize ey haçlılar! (Bir gün siz kazanıyorsanız bir gün de biz kazanacağız) Son duamız âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun.
Mepa news