Tarih, siyaset ve ötesi: Geçmişten bugüne Yemen dosyası

Tarih, siyaset ve ötesi: Geçmişten bugüne Yemen dosyası

Tarihte “Mutlu Arabistan” denilen Yemen ilginç bir coğrafya ve tarihi geleneğe sahip olan, içine düştüğü iç savaş ile büyük sıkıntılar çeken bir ülkedir.

Tarihte “Mutlu Arabistan” denilen Yemen ilginç bir coğrafya ve tarihi geleneğe sahip olan, içine düştüğü iç savaş ile büyük sıkıntılar çeken bir ülkedir.

Yemen’in coğrafyası ve nüfus yapısı

Yemen Cumhuriyeti 528 bin kilometrekare arazisi ve 2021 itibariyle 30 milyonu aşan nüfusuyla Arap Yarımadası’nın arazi ve nüfus bakımından Suudi Arabistan’ın ardından en büyük ikinci ülkesidir. Arap Yarımadası’nın güneyinde yer alan Yemen’in düzlükleri oldukça sıcak olduğu için Yemen’de bolca bulunan dağlık alanlar yerleşim için tercih edilmektedir.

map.jpg

Yemen haritası

yementopografi.jpg

Yemen ve çevresinin topografik (yükseltili) haritası

Yemen’de çoğunlukla 2000 metreyi aşan rakım üzere yerleşimli yapısı (örneğin başkent Sana’nın rakımı yaklaşık 2300-2400 metredir) Yemen halkının yeşil bir tabiatla ve Hicaz’a göre nispeten serin bir tabiatla iç içe olmasını sağlamıştır.

yesil-2.jpg

yemen.jpg

yem.jpg

Yüksek olması sebebiyle Yemen’e kışın kar yağması da sıradan bir hadisedir.

Tarihte Yemen dendiğinde daha çok akla gelen İç Yemen’de iklim yapısı yükseklikler nedeniyle nispeten serinken, deniz seviyesinde olması nedeniyle Aden, Mukalla, Hudeyde gibi şehirlerin yer aldığı Yemen’in sahil kesimi ise oldukça sıcaktır.

Yemen’in orta ve doğu bölgelerinin iç kesimindeki çöller yerleşmeye uygun olmayıp çok büyük oranda boştur. Yerleşimin olmaması Suudi Arabistan ve Yemen sınırında belirsizliğe de yol açmaktadır.

Arabia Felix (Mutlu Arabistan): Yemen

Arap Yarımadası’nın genelinden farklı bu iklim yapısının sağladığı avantajlarla Yemen’in tarım potansiyeli de yüksektir.

Hem iklim yapısının uygunluğu hem de bitki örtüsü ve tarım potansiyeli açısından avantajları nedeniyle antik çağlarda Yemen için Latince ‘Arabia Felix’ (Mutlu Arabistan) denilmişti.

Yemen’de etnik ve dini yapı

Yemen nüfusunun çok büyük kısmını Araplar oluşturmaktadır. Yemen, aynı zamanda orijinal Arap kavminin çıkış noktası olarak da görülmektedir. Yemen’de dil ve kültür olarak tamamen Araplaşmış Afrika kökenliler de bulunmaktadır.

Yemen nüfusunun yüzde 65’inin Sünni (çoğunlukla Şafii mezhebinden), yüzde 35’inin Şii (çoğunlukla Zeydi mezhebinden) olduğu tahmin edilmektedir. Güney Yemen tamamen Sünniyken, Kuzey Yemen’de hem Şii hem Sünniler bulunmaktadır.

Yemen Şiileri ağırlıklı olarak Zeydi mezhebindendir. Kuzey Yemen’de tarihten beri var olan Şiiliğin İsmaili mezhebine mensup bir azınlık da bulunmaktadır. İran’ın resmi mezhebi olan 12 İmam Şiası/Caferilik, daha çok İran Devrimi’nin ardından bazı Zeydilerin Caferileşmesiyle ortaya çıkmıştır.

Yemen tarihinde büyük yeri ve özellikle Yemen şehirlerinde tarihte büyük ağırlığı olan Yahudiler 1948’de İsrail’in kurulmasının ardından Siyonistlerin teşvikiyle büyük ölçüde toplu şekilde İsrail’e göç etmiş, Yemen’de kalanların göçü de ilerleyen yıllarda sürekli devam etmişti.

Bugün İsrail’de 450 bin, ABD’de 80 bin, İngiltere’de 10 bin Yemen kökenli Yahudi yaşamaktadır. 2015’te Yemen’de 400 civarında kalan Yahudiler İsrail’in bu Yahudileri İsrail’e taşıma operasyonları neticesinde, Ocak 2021 itibariyle Yemen’de kalmakta ısrar eden 31 nüfusa düşmüştür.

Yemen’de birkaç bin Hristiyan yaşadığı da bilinmekte olup 2015’te başlayan gelişmelerle Hristiyan nüfus da ülkeden ayrılmaya başlamıştır.

Zeydi mezhebi

Hz. Hüseyin’in torunu Zeyd bin Ali’ye (694-740) nispetle isimlendirilen Zeydi mezhebi Yemen ile özdeşleşmiş bir Şii mezhebidir. Tarihte Kuzey Afrika ve İran gibi bölgelerde de yer alan bu mezhep Yemen dışında ortadan kalkmış, Kuzey Yemen’in dağlık yerleşimlerinde tutunmuştur.

Zeydiler, İran’ın resmi mezhebi olan ve günümüzde Şiilerin büyük çoğunluğunu oluşturan 12 İmam Şiası/Caferilik aksine Hz. Ebubekir ve Hz. Ömerin hilafetini kabul edip onlara saygı gösterirler ve imamlarını masum olarak görmezler. Fakat Sünnilerden farklı olarak Hz. Ali’nin onlardan daha faziletli ve hilafete daha layık olduğuna inanırlar. Hz. Osman’a eleştirileri daha çok saygıları daha az olmakla beraber onu da Müslüman sayarlar.

Caferilerin hakiki Şii olarak görmediği Zeydileri Sünniler de Rafizi saymazlar. Hatta İslami kaynaklarda Rafizi tabirini ilk kez kınayıcı anlamda Zeyd bin Ali’nin Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer aleyhine konuşanlar için kullandığı geçmektedir. Kader ve Kur’an’ın yaratılmış olduğuna dair inanç gibi bazı konularda Zeydiler de Caferiler gibi Mutezilidir. Zeydiler yine Sünnilerin aksine ve Mutezile’ye muvafık olacak şekilde, büyük günah işleyen Müslümanların İslam’dan değil ama tamamen imandan çıktıklarına, tevbe etmeden öldükleri takdirde ebedi olarak cehennemde kalacaklarına inanmaktadır.

Zeydiliğin bir kolu sayılıp sayılmaması tartışmalı olan Carudiye ise, Şiilikle doğrudan ilgili meselelerde Zeydiliğin ana koluyla Caferilik arasında yer alan görüşlere sahiptir.

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Zeydilik, Sünnilik ve Caferilik karşısında gerilemeye girmiştir. Yemen’de bazı Zeydiler Yemenli Sünnilerin ve özellikle de Zeydi iken Sünni olan davetçilerin etkisiyle Sünnileşmiştir.

İran Devrimi’nin ardından İran’ın Yemen’e özel önem vermesiyle Carudilik üzerinden açılan propaganda kanallarıyla bazı Zeydiler de Caferi olmuşlardır.

Yemen tarihi

İlk çağlardan itibaren Yemen, çevresine göre daha uygun bitki örtüsü ve iklim koşullarıyla dikkat çeken bir bölge olduğundan çevre bölgelere oranla daha yoğun nüfuslu, şehirleşmenin bulunduğu bir bölge olmuştur.

Sebe Medeniyeti’ni Himyer Medeniyeti’nin takip ettiği Yemen, Mısır’a ulaşmasının ardından Roma İmparatorluğu’nun da dikkatini çekmiştir. Roma’nın Mısır valisi Aelius Gallus, milattan önce 25 yılında Yemen’e sefer düzenlemiş ve Yemen’in Arap Yarımadası geneline göre uygun iklim ve yaşam koşullarından dolayı Yemen’e ‘Felix Arabia’ (Mutlu Arabistan) ismini veren kişi olmuştur.

Yemen de dahil Ortadoğu’nun ve çevresinin antik çağlardan günümüze harita değişimi üzerinden her yıl tarihi

1590-2020 harita değişimi üzerinden Yemen tarihi

İseviliğin Yemen’e ulaşmasıyla Yemen’de İsevilik ve Yahudilik arasında bir inanç mücadelesi başladı. 6. yüzyıl başında Yemen’deki Yahudi Himyeri Devleti İsevileri yok etmeye çalıştı. Kur’an-ı Kerim’de Buruc Suresi’nde anlatılan iman edenlerin toplu halde ateşe atılmasına tekabül ettiği düşünülen hadisede Yahudiler binlerce İsevi’yi (bazı tahminlere göre 20 bin İsevi’yi) Yemen-Necran’da ateş çukurlarında yaktı.

6. yüzyılda Yemen’in Kızıldeniz’in karşı yakasındaki Hristiyan Habeşistan’ın kontrolüne girmesiyle Yemen’de Hristiyanlık galip geldi. Fakat Habeşistan da kendi İsevilik/Hristiyanlık anlayışını Yemen’e dayattı. İlerleyen dönemde İran’daki Sasaniler de bir dönem Yemen üzerinde nüfuz kursa da, Yemen’in Hristiyanlaşan yapısına müdahale etme veya Yemen’i Mecusileştirmeye çalışma yoluna gitmediler.

İslam’ın Yemen’e ulaşması

Hudeybiye Antlaşması’nı (628) takip eden dönemde Hz. Muhammed’in çevre bölgelere davetini ulaştırmak üzere elçilerini artırmasıyla İslam daveti Yemen’e de ulaştı.

Yemenli aşiretler, hatta Yahudi ve Hristiyan alimlerden pek çok kişinin bu davete uyup Müslüman olmasıyla Yemen büyük çoğunlukla savaşsız olarak Hz. Muhammed ve Raşidi Hilafet döneminde İslam devletine gönüllü olarak katıldı.

İlerleyen dönemde süren toplu Müslümanlaşma ile Yemen’de Müslümanlar çoğunluğa geçerken Yahudi ve Hristiyanlar azınlıkta kaldılar. Müslüman olmaya İslam’ın hükümleri gereği zorlanmayan Yahudi ve Hristiyanlardan dinlerinde kalmak isteyenler Yemen’de yaşamaya devam ettiler. Müslüman olan Yemenliler ve Yemenli aşiretler Irak, Suriye, İran ve benzeri coğrafyalardaki İslam fetihlerinde başat rol oynadılar. Fetihlerin ardından pek çok Yemenli Irak başta olmak üzere bu yeni topraklara yerleşti.

Raşidi Hilafet’in ardından Emevilere geçen Yemen’de Emevi Devleti’nin son döneminde 745’te Umman’ı da saran büyük bir Harici-İbadi İsyanı çıktı. Emevilerin San’a Valisini kaçmak zorunda bırakan Harici isyancılar 746’da Mekke ve Medine’yi de ele geçirdiler. 749’da bu hareketin liderinin Taif’te öldürülmesiyle Harici etkisi zayıfladı, ertesi sene Abbasilerin Emevileri yıkıp yerini almasıyla Yemen de Abbasi hakimiyetine girdi.

Ancak Abbasiler Emevilerin Yemen’de başta sağladığı sıkı denetimi sağlayamadılar. 9. yüzyılda Abbasi merkezi otoritesinin sarsılmasıyla Emevi ailesinden Ziyadiye Hanedanı Yemen’in Batı sahilinde otoritesini kurdu. Abbasilere bağlılığını bildirse de Yemen’i bağımsız bir şekilde yönetti.

Zeydi İmamlığı / Ras Hanedanı (897-1962)

9. yüzyıl sonunda Yemen tarihini bugüne kadar etkileyecek ve Zeydiliğin Yemen’de tutunmasına yol açacak bir gelişme yaşandı. 897’de Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’ın soyundan Ebu Huseyn Yahya el-Hasani (859-911) Kuzey Yemen’deki dağlık Sa’da bölgesine yerleşerek Abbasi otoritesinin de zayıflamasının sağladığı imkanla devletini kurdu.

Zeyd bin Ali’nin davetinin devamı sayılan Yahya el-Hasani kendisi hakkında “el-Hadi ile-l Hak” (Hakka rehberlik eden) ünvanını kullandı. Yahya el-Hasani Medine yakınlarındaki Ras Vadisi’nde doğduğundan Yahya el-Hasani’nin soyundan ilerleyen hanedana Ras Hanedanı denildi. Caferilerin aksine imamlarını masum görmeyen ve imameti bir şahısta bitirmeyen Zeydiler imamda adalet ve Hz. Ali’nin soyundan olması şartını aramaktaydı.

Bu sayede Ras Hanedanı Zeydilerin aynı zamanda dini önderi de oldu.

Siyasi etkisi dış müdahalelere göre artıp azalsa da Yemen’de 1970’e kadar yani 1073 sene devam eden Ras Hanedanı, milattan önce 660’dan beri Japonya İmparatorluğu sıfatını taşıyan ve hala tahtta olan yaklaşık 2700 senelik Yamoto Hanedanı’nın ardından kayıtlı tarihte en uzun süre iktidarda kalan hanedandır.

Ras Hanedanı’nın zamanla Kuzey Yemen’de etki alanını genişletmesi Kuzey Yemen’in, özellikle de Sa’da yöresinin Zeydi olmasıyla sonuçlanırken, Ziyadiye Beyliği ve 11. asırda Ziyadilerin yerini alan küçük yerel güçlerin kontrolündeki yöreler Sünni kalmıştır.

Ziyadilere zaman zaman çatışan Zeydi İmamlığı, yöredeki Şii-İsmaili ve Harici güçlerle daha kanlı mücadelelere girmiştir. 1038-1147 dönemi Mısır’daki Şii-İsmaili Fatimi Devleti’nin desteğini alan Suleyhi Hanedanı ile Zeydi Ras Hanedanı’nın savaşlarıyla geçti. Bu savaşlardan Ras Hanedanı galip çıkarak Suleyhilere son verdi. Böylece Yemen’de İsmaililiğin etkisi Necran’da küçük bir azınlıktan ibaret kaldı.

Eyyubilerin Yemen’e müdahalesi

1169’da Mısır’da Şii-İsmaili Fatimi Devleti’ni yıkarak Eyyubi Devleti’ni kuran, Haçlılarla mücadelesiyle bilinen ve ‘Kudüs Fatihi’ ünvanlı ünlü Selahaddin Eyyubi (1137-1993) 1174’te kardeşi Şemseddin Turanşah’ı Yemen’i almakla görevlendirdi.

Yemen’in dağlık yapısından ötürü Eyyubiler bu coğrafyada çok zorlandılar, Eyyubilerin o dönem ana gündemi Filistin ve çevresinde Haçlılarla mücadele olduğundan Yemen’e birinci derecede önem verip güçlü ordular da gönderemediler.

Zeydi Ras Hanedanı Eyyubilere karşı Yemen’in dağlık arazisinden istifadeyle büyük bir mukavemet gösterdi. Eyyubiler büyük mücadelelerle 1189’da San’a’yı alabilse de Ras Hanedanı Sa’da ve çevresinde hüküm sürmeye devam etmeyi başardı.

Zeydi aşiretlerin sürekli isyan etmesi, bu savaşı Zeydi İmamlık uğruna dini bir savaş olarak görmesinin motivasyonundan da kaynaklanıyordu. Sürekli devam eden isyanlarla Yemen’deki Eyyubi Ordusu zayiat vermeyi sürdürünce 1228’de Kahire’deki Eyyubi Sultanı Kamil Nasreddin Yemen’in boşaltılmasına karar verdi.

Eyyubi Devleti 1229 itibariyle Yemen’den çekilmesini tamamladı. Bu kararda o dönemde Eyyubilerin, nihayetinde 1229’da Kudüs’ün tekrar Haçlılarca ele geçirileceği 6. Haçlı Seferi’yle boğuşuyor olması da büyük pay sahibiydi.

Yemen’de Oğuz Türkü Rasuli Hanedanı (1229-1454)

Eyyubilerin 1223’te Yemen vali yardımcısı olarak atadığı Oğuz Türkü olduğu belirtilen Ömer bin Rasul, 1229’da Eyyubi Devleti’nin çekiliyor olduğu sırada Eyyubilere Yemen’den çekildikleri takdirde Yemen’i yönetmek istediğini bildirerek onlardan bu hususta izin istedi.

Zeydilerin yerine Yemen’de kendi memurlarının iktidarda olmasını daha maslahatlarına gören Eyyubiler Ömer bin Rasul’ün uzun vadede Zeydi İmamlığına karşı iktidarını koruyabileceğini beklememekle beraber ona bundan memnuniyet duyacaklarını bildirdiler. Böylece 1229’da Yemen’de Rasuli Hanedanı kurulmuş oldu.

Ömer bin Rasul’ün kökeni hakkında tarihçiler görüş ayrılığındadırlar. Çoğu tarihçi Orta Asya kökenli Oğuz Türkü olduğu görüşündeyken bazı tarihçiler Hz. Muhammed öncesi Hristiyan olan Gassani Araplarından olduğunu iddia etmektedirler. Fakat her halükarda Ömer bin Rasul’ün yaşadığı dönemde Türk olarak tanındığı bilinmektedir.

Başlangıçta Zeydilerle savaşlarını sürdüren Sünni Rasuliler, daha sonra Zeydi İmamlığı’yla uzlaşma yoluna gittiler, zaman zaman çatışmaya da devam ettiler. Uzlaşma çabaları sonucunda Zeydi İmamlığı daha rahat hareket etme imkanı buldu ve Yemenli Sünniler arasında Zeydiliği yayma çalışmaları başlattı. Eyyubilerle Yemen’e yerleşen bazı Türk ve Kürtlerden de Zeydiliğe geçip Araplaşanlar oldu.

Zeydi İmamlığı, Rasulilerin Türk kökenli olmasını bir aşağılama unsuru olarak kullanarak Türklerin Kahtani Arap olan Yemen Araplarını yönetmeye hakkı olmadıklarını, Peygamber soyundan da gelmediklerini işlediler.

Fakat Rasulilerin idari ve iktisadı başarısı, Rasuliler döneminde Yemen halkının refaha kavuşması beklenenin aksine bu hanedanın uzun sürmesini sağladı. Bu başarılarından ötürü Zeydi halkın bir kısmının da desteğini aldılar. Eyyubilerle iyi ilişkiler içerisinde olan Rasuliler, 1250’de Mısır’da yönetimi hanedansız olarak Türk ve Kafkasya kökenli askeri komutanların yöneteceği Memluk Devleti’yle de iyi ilişkilerini sürdürdüler, hatta sembolik dahi olsa Memluk Devleti’ne tabi göründüler.

15. yüzyıl başından itibaren Rasuliler Çin ile ilişkiye girerek ticari filo seferlerine başladılar. Tarihçiler Rasuliler döneminde Yemen’in büyük bir iktisadi ve kültürel canlanma içine girdiği kanaatini taşımaktadırlar.

Fakat 1440’lı yıllardan itibaren Zeydi Tahiri ailesinin başlattığı isyan 1454’te başarıya ulaşarak Rasuli Hanedanı sona ermiş ve Tahiri Hanedanı başlamıştır.

Zeydi Tahiriler

1454’te Yemen’de kendi devletlerini kuran Zeydi Tahiriler hem Memluk Devleti hem de Sa’da’daki Zeydi İmamlığı / Ras Hanedanı ile aynı anda iyi ilişkilerini korumaya çalıştı.

Tahiri Devleti’nce çevrelenen Ras Hanedanı’nın Sa’da’daki küçük devleti Tahirilerden destek ve hürmet gördü. Memluk Devleti ile iletişim kurularak Rasulilerin Memluk Devleti’yle iyi ilişkilerinin ve onlara tabiyetinin daha da geliştirmek istendiği bildirildi. Böylece Yemen’in Hicaz sahilinde Memluk askerleri üs kurdu. Fakat Tahiriler Yemen’i idarede Rasulilerin gibi bir başarı gösteremediler.

Portekiz ve Yemen

15. yüzyıl başından itibaren Afrika’nın Batı sahillerinde ilerleyen Portekiz nihayet 1498’de Afrika’nın en güney noktası olan ‘Ümit Burnu’nu keşfedip aşarak 16. yüzyıla girerken filolarıyla Doğu Afrika sahilleri üzerinden Yemen ve Hindistan’a ulaştı.

Portekiz’i ilerleyen dönemde diğer Avrupa ülkeleri takip edecekti. 1507’de Portekiz Yemen’in ve Kızıldeniz’in Hint Okyanusu’na açılma rotasındaki Sokotra Adası’nı zaptetti. Sokotra 880’de Habeşistan tarafından kontrol altına alınmıştı. Ada, genellikle aidiyeti sembolik kalıp kendi kendini yönetmişti, o dönemde ahalisi Hristiyandı ve büyücüleriyle ünlüydü.

Bu adanın Portekizlilerce zapt edildiği haberi sadece Yemen’de değil tüm Memluk Sultanlığı’nda telaşa sebep oldu. Böylece Mısır’ın Hint Okyanusu rotası Portekiz tarafından tehdit altına alındığı gibi Portekizliler Mekke ve Medine’ye dahi saldırabilecek bir üs edinmişlerdi.

sokotra-map.jpg

Sokotra Adası’nın konumu

dragon.jpg

Sokotra Adası’nın kendine has Batı’da ‘Dracaena cinnabari’ (Dragon kanı) isimli pek çok alanda kullanılan meyve veren aynı isimdeki ağaçları. Bu ağaç türü Araplar arasında da ‘Dem-ul İhveyn’ (İki kardeş kanı) ağacı olarak isimlendirilmektedir.

Modern Yemen’in en doğusunda Umman sınırında el-Ğayda merkezli Mahra Vilayeti’nde bulunan Mahra Sultanlığı (1432-1967), sahip olduğu güce oranla büyük bir başarı göstererek 1511’de sürpriz bir baskınla Sokotra’yı ele geçirdi.

Mahra Sultanlığı’nın Sokotra’da İslam’ı yayma faaliyetleriyle ada halkı Müslüman olmaya başladı. 18. yüzyılda adaya uğrayan Batılı seyyahlar Sokotra’da dinlerinin çoğunu unutmuş küçük bir Hristiyan azınlığa rastladıklarını not etmişlerdir. İlerleyen dönemde Sokotra’nın İslamlaşması tamamlanmıştır.

Fakat 16. yüzyıl başında Portekiz’in bölgede denizlerde Müslüman gemilerine yönelik saldırılarına, zaman zaman yaptığı çıkarmalara engel olunamaması Yemen’in, Hicaz’ın ve Mısır’ın güvenliğini büyük tehdit altına sokmuş, Memluk Donanması Portekiz Donanması karşısında başarısız olmuştur.

1513’te Aden’e çıkartma yapıp şehri kuşatan ama alamayan Portekiz Donanması, 1515’te Yemen kıyısında yer alan stratejik Kızıldeniz’den Hind Okyanusu’na açılan Babulmendeb Boğazı’nı kapatmıştır.

1516-1517’de Osmanlı Devleti’nin Hicaz dışında tüm Memluk Devleti’ni bir çırpıda yutması üzerine Hicaz’daki Memluk otoriteleri de hem Mısır da Osmanlı Devleti’ne geçtiğinden hem de Portekiz tehdidinden dolayı Osmanlı tabiyetine girmiştir. Nitekim Kızıldeniz’de kuzeye doğru ilerleyen Portekiz Donanması Aralık 1517’de Mekke’ye kuş uçuşu sadece 50 kilometre uzaklıktaki Cidde’ye çıkartma yaparak Cidde’yi kuşatmıştı. Osmanlı Donanması’nın dahil olmasıyla Cidde kurtarılsa da Portekiz’in Mekke’ye bu kadar yaklaşması İslam Dünyası’nda dehşet uyandırmıştı.

Osmanlı’nın Yemen’i fethi ve ardından kaybı (16-17. yüzyıl)

16. yüzyılın ilk yarısı Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nde Osmanlı ve Portekiz Donanması’nın savaşlarıyla geçti. Tahiriler böyle bir ortamda Osmanlı Devleti’nin Memluk Devleti yerine Yemen kıyılarına yerleşmesine itiraz edemedi. Zaten Tahiriler Portekiz’in ilerlemesi karşısında başarısız olduklarından Yemen halkından da büyük tepki görmekteydiler.

Bundan istifadeyle Osmanlı Devleti ilerleyen dönemde Yemen’in tüm kıyılarını ele geçirdi. 1538’de Osmanlı’nın Yemen Seferi’yle Tahiri Devleti tamamen sona erdi. Aynı sene Portekiz’in Aden’e önemli bir saldırısı Osmanlı Devleti kuvvetlerince püskürtüldü. Kuzey Yemen’de ise Zeydi İmamlığı / Ras Hanedanı hüküm sürmeye devam etti.

1538 Seferi’yle Yemen’in alçak kesimleri Osmanlı eline geçerken harekete geçen Zeydi İmamlığı San’a da dahil dağlık İç Yemen’i ele geçirmişti. 1539’da Osmanlı Devleti Yemen’in elinde tuttuğu kısımda Yemen Eyaleti kurarak merkezini Zebid (Hudeyde) şehri yaptı.

Bu tarihten 1583’e kadar Osmanlı, zorlu Yemen coğrafyasında devlet başkanlarına dini bir bağla bağlı Zeydilere karşı uzun ve kanlı bir savaşla Yemen’in tamamını almayı başardı. Savaş esnasında zaman zaman ilerleyen Osmanlı orduları zaman zaman da yenilip geri çekildi, aldığı yerleri kaybetti.

Nihayet 50 yılı aşan bir mücadelenin ardından bu dönemde verdiği on binlerce kayıpla Osmanlı Devleti 1583’te Yemen’in tamamını almayı başardı. Dönemin Zeydi İmamı Nasır el-Hasan bin Ali 1583’te en son Sa’da’yı da kaybettikten sonra dağlara çekilmiş ama 1585’te Osmanlı güçlerince yakalanmıştı. İstanbul’da mecburi ikamete tabi tutulan Nasır el-Hasan bin Ali 1615’te İstanbul’da öldü.

yemeniller-001.jpg

Yemen’in illeri

Fakat Osmanlı Devleti’nin yaşadığı iç ve dış sorunlar nedeniyle Yemen’e ilgisinin azaldığı bir dönemde 1597’de Zeydi İmamlığı tekrar harekete geçti. Yine Ras Hanedanı’ndan Mansur el-Kasım Zeydilerin desteğiyle Yemen dağlarında isyan etti. 1602’de Sa’da ve çevresini tamamen ele geçirdi, ilerleyen yıllarda etki alanını daha da artırdı. 1608’de Zeydi İmamlığı ve Osmanlı Devleti arasında 10 yıl süren bir barış anlaşması imzalandı. Anlaşmanın süresinin dolmasına rağmen hemen savaş başlamadı, 1620’li yıllarda iki tarafın da birbirini savaşı başlatmakla suçladığı bir şekilde savaş yeniden başladı.

1627’de Osmanlı Aden üzerindeki kontrolünü kaybederken 1628’de Zeydi İmamlığı San’a’yı almayı başardı. Böylece Osmanlı Devleti’nde Yemen’in önemli şehirlerinden sadece Zebid ve Muha kaldı. Osmanlı Devleti’nin ilerleyen yıllarda San’a’yı alma girişimleri Zebid ve Yemen’in Kızıldeniz’deki limanı Muha’nın elinden çıkması Yemen’i hemen hemen tamamen kaybetmesiyle sonuçlandı.

1632’de Zeydi İmamı’nın bin kişilik bir ordusunun Mekke yönünde keşif seferi yapması İstanbul’u telaşlandırdı ve bu cepheye Mısır’dan ordu gönderildi. Mekke üzerine bir hamlenin Osmanlı Devleti’nin ana gündem maddesini Yemen haline getirmesinden endişe eden Zeydi İmamlığı Mekke’yi alma girişiminden vazgeçti. Osmanlı Devleti ile kesin bir anlaşma yapılmasa da 1636’da Osmanlı Devleti’nin Yemen’e müdahaleden vazgeçmesiyle iki taraf arasındaki savaş bitmiş oldu. Zeydi İmamlığı Güney ve Doğu Yemen’de alanını genişletmeye odaklandı.

Yemen’de Zeydi İmamlığın hakimiyeti (17. yüzyıl-19. yüzyıl)

17. yüzyıldan 18. yüzyılın ilk çeyreği sonuna kadar Zeydi İmamlığı tarihindeki en parlak çağını yaşadı. Elde ettiği Aden ve Muha limanları yoluyla tüm dünyaya ihraç ettiği kahve gelirleriyle bir zenginlik dönemi yaşadığı gibi bugünkü Yemen’i Umman sınırındaki seyrek nüfuslu doğu bölgeler dışında hakimiyetinde topladı.

Elde ettiği Güney Yemen’de ve Kızıldeniz kıyılarında Sünni Yemenlileri Zeydiliğe zorlamayarak isyanların önüne geçmeye çalıştı. Osmanlı, İran-Safevi, Hindistan-Türk Moğol, Habeşistan İmparatorlukları ve hatta Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkiler kuruldu.

18. yüzyılın ilk çeyreği biterken gelişmeler Zeydi İmamlığı’nın aleyhine döndü. Portekizliler sömürgeleri Brezilya’da kahve tarımını yerleştirmede başarılı oldular ve Afrika’dan kaçırdıkları köleleri kullandıkları kahve üretiminde Yemen’i geçtiler. Portekizlileri diğer Batılı ülkeler takip etti, böylece Yemen’in kahve üretimindeki önemi azaldı, Batılı ülkeler Yemen’den kahve almaz oldu. Diğer yandan Zeydi İmamlığı kontrolünde olan ve Sünni oldukları için bu İmamlık altında yaşamak istemeyen Güney Yemenliler ayrılmak istediler. Güney Yemen’de yaşanan ayaklanma sonucu 1728’de Aden merkezli olarak Lahic Sultanlığı kuruldu, böylece Zeydi İmamlığı Aden limanını kaybetmiş oldu. Lahic Sultanlığı 19. yüzyılda İngiltere nüfuzuna girecek ve 1967’ye kadar devam edecekti.

İç Yemen’de Zeydilikten Sünniliğe alimler: İbnu-l Vezir, San’ani ve Şevkani (15. yüzyıl, 18-19. yüzyıl) ve Sünniliğin gelişimi

Nispeten sakin geçen bu dönemde ilginç bir gelişme Zeydi-Sünni ilişkilerinde yaşandı. Başkent San’a’nın önde gelen Zeydi alimlerinden sayılan Emir es-San’ani (1688-1768) Sünni inancına geçti.

San’ani’nin gençliğinde Hac için Hicaz’a gitmesinin ardından Hicaz’daki Sünni ulemayla temasıyla başlayan Sünnileşme serüveni 1740’lı yıllarda iyice aşikar olunca San’ani hem Zeydi halkın hem de yönetimin baskısına uğradı. Fakat San’ani San’a’nın en büyük fıkhi otoritesi kabul edildiğinden bir dönem onu hapsettiren Zeydi İmamlığı daha sonra onu resmi görevlerden uzaklaştırmak dışında genelde üstüne gitmedi. Fakat bu kez de Zeydi halk zaman zaman San’ani’ye saldırılarda bulundu, pek çok kez toplu halde onun evini taşladılar. San’ani’nin müstakil çalıştığı dönemde yetiştirdiği talebelerle Zeydi bölgenin kalbinde bugüne uzanan Sünnileşme eğilimi başlamış oldu.

San’ani’den asırlar önce Yemen’de Rasuli Hanedanı döneminde Ebu Abdullah ibnu-l Vezir (1373-1436) isimli Zeydi alimi araştırmaları sonucunda Sünniliğe geçmiş, Sünnilik üzeri eserler yazmış, Sünni Rasuli Hanedanı’nın iktidarda olması sebebiyle siyasi baskı görmese de Zeydi halk tarafından dışlanmıştı. Ölümünün ardından Zeydi ilmi çevrelerce unutturulmaya çalışıldığı belirtilen bir isim olan İbnu-l Vezir’in eserlerini okumanın San’ani ve sonrasında Şevkani’nin Zeydilikten Sünniliğe geçmelerinde büyük rol oynadığı aktarılmaktadır. İbnu-l Vezir’in eserlerine olan ilgi 20. yüzyılda artmıştır.

San’ani’nin talebesi Kevkebani’nin talebesi olan ve ünlü bir Zeydi ulema ailesinden gelen Muhammed eş-Şevkani (1759-1834) Zeydilik içerisinden çıkan Sünnileşme eğilimini San’ani’ye oranla daha da ilerleten kişi olarak tarihe geçti.

Gençliğinden itibaren Sünni eğilimini aşikar eden, 1790’lı yılların başında Sünnilerin Sahabelere dair görüşlerini savunan kitaplar yazan Şevkani’nin bilgi seviyesine hayranlık duyan Zeydi İmamı Mansur Ali bin Abbas, Şevkani’nin Sünniliğe geçişine aldırmadan onu 1795’te ‘Kadı-l Kudat’ (kadılar kadısı, baş kadı) yaptı.

Şevkani ölümüne değin 39 yıl bu makamda kaldı. Başkadılık döneminde Sünnilik üzere faaliyetlerine devam eden Şevkani halktan ve devletteki bazı isimlerden tepki, saldırı, engelleme görmekle beraber Zeydi İmamları onu “Yemen’in en fakih, en alim” kişisi olarak tanımlayıp ona özel bir destek vermemekle beraber saldırılara karşı korudular.

Şevkani’nin başkadılık gibi bir makamda olması faaliyelerini daha etkin hale getirerek İç Yemen’de Sünnileşmeyi daha da artırdı. Zamanla Zeydi İmamlık Devleti Şevkani’ye iç ve dış siyasette de danışmaya başladı.

Şevkani’nin o dönem Osmanlı Devleti’nden fiilen bağımsız bir devlette yaşamasına rağmen eserlerinde Osmanlı Devleti’ne, Osmanlı padişahlarına övgüleri dikkat çekmektedir.

San’ani ve özellikle de Şevkani bazı dini görüşleri, özellikle de bazı fıkhi görüşleri nedeniyle Sünniliğin farklı ekollerince ortak yönlerden eleştirilse de İç Yemen’de Sünnileşme eğilimini başlatmaları ve artırmaları yönünden takdir edilmektedir. Özellikle Şevkani’den itibaren İç Yemen’de devam eden bir Sünni yerleşik gelenek oluşmuş, halk arasında Sünni topluluklara rastlanır olmuştur.

Yemen’e Kavalalı ve İngiliz müdahalesi, Süveyş Kanalı ve Osmanlıların dönüşü (19. yüzyıl)

Osmanlı’nın Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa (1769-1849) bu dönemde Osmanlı’ya isyan edip Filistin ve Suriye üzerine ilerlemiş, Batılı ülkelerin müdahalesiyle Kütahya’da durdurulabilmişti.

Mısır’ı fiilen bağımsız bir devlet gibi yöneten Kavalalı deniz gücü Yemen’i de ele geçirmeyi hedefleyerek Yemen’in Kızıldeniz kıyısına 1831’de ordusuyla çıkartma yaptı, Zebid (Hudeyde) ve Muha’yı zaptedip yağmaladı, tahrip etti.

Bu dönemde Zeydi İmamlığı zayıflamış, aşiretler üzerindeki denetimi azalmış bulunmaktaydı ve silahlı güçleri modern Mısır Ordusu karşısında oldukça geri kalmış durumdaydı. Fakat Mehmet Ali Paşa İstanbul’a girmeyi hedeflediğinden Yemen ile ilgilenemedi, böylece Mısır Ordusu İç Yemen’e yönelmedi.

1830’lu yılların ortalarından itibaren Zeydi İmamlığı iç karışıklıklarla daha da zayıf düştü. 1840’lı yıllarda Mısır Ordusu’nun Hicaz ile beraber Yemen kıyılarından çekilmesi üzerine bölgede etkin Sünni Ebu Araiş Aşireti Zeydi İmamlığı’nı Zebid ve Muha’ya sokmadı.

Yemen’in Hindistan’a giden deniz yolu üstünde olması gibi stratejik öneminden faydalanmak isteyen İngiltere 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Yemen’le ilgilenmeye başlamıştı. Aden üzerinden Yemen ile ticari bağlarını git gide kuvvetlendiren İngiltere bu dönemde harekete geçti. Mısır Ordusu’nun Yemen’e müdahalesinin ardından Yemen üzerinde Mısır Valiliği veya Osmanlı Devleti’nin otorite kurmasından endişe ettiği ve Aden’de askeri deniz üssü kurmak istediği için Aden başta olmak üzere Yemen’in sahillerini ele geçirmeye karar verdi.

1837’den itibaren İngiltere Lahic Sultanlığı’na denetimine girmesini dayattı ama sürekli ret cevabı alınca 1839’da İngiliz Donanması Aden’e saldırdı. Önce şehri bombalayarak yerle bir etti, sonra da çıkartma yaparak Lahic Sultanlığı güçlerini yenerek Aden’i ele geçirdi. Bölgeyi doğrudan ilhakın zor olacağını düşünen İngiltere mağlup Lahic Sultanı’na İngiliz kontrolünde sultanlığını devam ettirme imkanı verdi. Aden dışından şehri İngilizlerden almak için Güney Yemenli aşiretlerin saldırıları İngiliz Ordusu’nca püskürtüldü.

Böylece 1839’dan itibaren Yemen’in Güney sahillerinde İngiliz denetimi başladı, İngiltere Aden’e askeri deniz üssü kurdu. İngiltere bir yandan da 18. yüzyıldan itibaren Muha Limanı üzerinden İç Yemen ticaretini git gide daha fazla kontrol etmekteydi.

İngilizlerin Yemen’e bu çıkarması Osmanlı Devleti’ni Yemen’e dönmeye yöneltti. Yemen’in Tihame olarak isimlendirilen Kızıldeniz Bölgesi’nde güçlü bir otorite olmamasından yararlanan Osmanlı güçleri 2 asırı geçen bir sürenin ardından Yemen’e dönerek 1849’da Tihame’ye girdi, Sünni Ebu Ariş Aşireti’nden ciddi bir direniş görmedi. 1850 itibariyle Yemen’in tüm Kızıldeniz sahili Zebid (Hudeyde) ve Muha da dahil Osmanlı denetimine girmişti.

1869’da Mısır’da Süveyş Kanalı açıldı. Böylece Avrupa’dan ve tüm Akdeniz ülkelerinden kalkan gemiler Afrika Kıtası’nı dolaşmaya ihtiyaç duymadan, önce Akdeniz’den Kızıldeniz’e açılan Süveyş Kanalı’ndan sonra da Kızıldeniz’den Hint Okyanusu’na açılan Babu-l Mendeb Boğazı’ndan geçerek kolaylıkla Asya’ya ulaşmaya başladılar.

main.png

Süveyş Kanalı ve Babul Mendeb Boğazı

Bu güzergahla Yemen’in stratejik önemi arttığından İngiltere ve Osmanlı diğeri Yemen üzerinde hakimiyet kurma yarışına girerken Zeydi İmamlığı başta olmak üzere Yemen’deki küçük devletler bağımsızlıklarını koruma derdindeydiler. Fakat 19. yüzyılın ikinci yarısında Güney Yemen’deki küçük beylikler İngiliz denetimine girmekten kurtulamadılar.

Süveyş Kanalı’nın açılması ve İngiltere’nin Güney Yemen’i git gide denetimine alması nedeniyle Yemen’e özel önem veren Osmanlı İmparatorluğu San’a ve İç Yemen’i 2 asırı geçen sürenin ardından tekrar ele geçirmek istedi.

Tihame’den İç Yemen’e hareket eden yerel Osmanlı güçlerinin Zeydi İmamlığınca yenilmesi nedeniyle 1872’de güçlü bir Osmanlı Ordusu hazırlanıp ünlü Ahmet Muhtar Paşa (1839-1919) komutasında deniz yoluyla Yemen’e sevk edildi.

Osmanlı Ordusu’ndan sayıca ve teknolojik imkanlar açısından çok geride olan, iç ihtilaflarla bölünmüş Zeydi İmamlığı coğrafi avantajına rağmen yenildi. Osmanlı Ordusu San’a’ya girdi, İç Yemen’i büyük ölçüde zaptetti ve Ahmet Muhtar Paşa’nın ilk vali olarak atandığı San’a merkezli Yemen Vilayeti kuruldu. Zeydi İmamlar / Ras Hanedanı dağlık Sa’da’ya çekilerek teslim olmayı reddetti. Sa’da’da siyasi iktidarını korudu.

Güney Yemen’de İngiliz sömürge idaresi

Kuzey Yemen yeniden büyük ölçüde Osmanlı idaresine girerken İngiltere 1872’de Aden merkezli bir sömürge idaresi kurdu. 1. Dünya Savaşı’na (1914-1918) değin İngiltere bu sömürge idaresinin nüfuzunu git gide Güney ve Doğu Yemen’e hakim kılacaktı. Bu idarede yerel beylikler sembolik iktidarlarına devam ettiler.

İç Yemen’de Osmanlı’nın uyguladığı Batılı kanunlara karşı isyan (1884-1906) ve İmam Yahya’nın Osmanlı valisi olması (1911)

1884’te Kuzey Yemen’de Osmanlı idaresine karşı bir Zeydi İsyanı meydana geldi. İsyan, Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Fermanı’nı (1839) takip eden süreçte Batı’dan aldığı kanunları Yemen’de de uygulamak istemesinden dolayı çıkmış, Zeydi halk bunun dinde küfür olduğu gerekçesiyle isyan etmişlerdi.

Bu isyanın büyük ölçüde bastırılmasının ardından 1885’te Osmanlı Devleti Yemen’de nüfus sayımı ve arazi ölçümü yaptı. Buna göre Yemen’in Osmanlı denetimindeki kısmını oluşturan Yemen Vilayeti (İç Yemen’in çoğu ve Tihame) yaklaşık 200 bin kilometrekare araziye ve o dönem için büyük bir nüfus olan 2,5 milyon nüfusa sahipti.

1890’da bir önceki Zeydi İmamı’nın ölümü üzerine Sa’da’da Zeydi İmamı olan Muhammed bin Yahya Hamideddin Yemen Vilayeti kontrolünde zayıflayarak süren Zeydi İsyanı’na destek vererek bu savaşa dahil oldu. Tüm Zeydilere de en başta Osmanlı Devleti’nin “Şeriat’ı bırakıp kafir kanunlarını Yemen’de uyguladığı” gerekçesiyle isyan çağrısında bulundu. Yemen Vilayeti’nin isyanla baş etmekte çok zorlanması üzerine merkezden asker takviyesine başlandı.

Savaşın yanı sıra hastalık sebebiyle büyük zayiat verilmesi üzerine dönemin Osmanlı padişahı 2. Abdülhamid (1842-1918) 1891’de Zeydi İmamı Muhammed bin Yahya’ya Osmanlı tabiiyetine girip Osmanlı paşası olmasını teklif ederken Muhammed bin Yahya teklifi reddetti. İsyanın siyasi değil dini olduğunu belirten Zeydi İmamı Muhammed bin Yahya 2. Abdülhamid’den Yemen’e Batılı kanun dayatmasının kaldırılmasını, yeniden İslam Şeriatı’nın uygulanmasını istedi, son dönemlerde yayılan içki tüketimi ve fuhuşa engel olunmasını talep etti. İstanbul’dan bu taleplere yönelik bir düzenleme yapılmaması üzerine isyan sürdü, 1892’de isyancılar San’a’yı kuşattı ama alamadı.

1904’te babasının ölümüyle Zeydilerin yeni İmamı olan İmam Yahya bin Muhammed Hamideddin (1869-1948) isyana hız verdi. 1905’te Zeydiler San’a’yı almayı başardılar. Üzerlerine merkezden gönderilen Osmanlı Ordusu kısmi ilerlemeler gösterse de ağır zayiat verdiği için San’a’ya ulaşamadı. 1906’da İç Yemen’i elde tutmanın çok zor olduğuna kanaat getiren Osmanlı Devleti İmam Yahya ile antlaşma imzaladı. Bu ön antlaşmaya göre İç Yemen’de sadece İslam Şeriatı geçerli olacak, Osmanlı Devleti Batılı kanunlar dayatmayacaktı. İmam Yahya’nın İç Yemen üzerindeki siyasi statüsü ise bir sonraki antlaşmaya bırakılacaktı. Nihayet 1911’de Osmanlı Devleti ve İmam Yahya arasında nihai antlaşma imzalandı. San’a ve İç Yemen’in idaresi San’a’ya yerleştirilen sembolik Osmanlı birlikleri ve memurlarıyla beraber İmam Yahya’ya bırakıldı. İmam Yahya Osmanlı Devleti’nin Yemen valisi olarak kabul edilip maaşa bağlandı.

Şeriat talepli Asir / İdrisi İsyanı (1906-1914) ve Asir’in Bağımsızlığı (1914)

1905’te İç Yemen’de Batılı kanunların kaldırılıp yeniden Şeriat Hukuku’nun tesis edilmesinin Osmanlı Devleti’nce kabul edilmesi diğer bölgelerde de yankı buldu.

Osmanlı denetimindeki tarihi ve kültürel olarak Yemen’e dahil, coğrafi olarak İç Yemen’in devamı ve Sünni kesimi sayılan, bugün ise Suudi Arabistan sınırları içerisinde olan Sünni Asir Bölgesi de şeriat hukuku talep etti. Bu talebin geri çevrilmesi 1906’da Asirli aşiretlerin isyanına neden oldu. İsyanın başını çeken isim Muhammed el-İdrisi’ydi. İdrisi’nin dedesi Ahmed bin İdrisi el-Fasi (1760-1837) Faslı bir alim olup aynı zamanda Libya’daki ünlü Senusi Tarikatı’nın kurucusu olan Muhammed bin Ali es-Senusi’nin (1787-1859) hocası ve en itibar ettiği kimseydi.

Ahmed bin İdris 1820’li yıllarda Tihame’ye yerleşmiş, Tihame ve Asir halkından büyük ilgi görmüş ve bu bölgede 1837’de ölmüştü. Faslı İdrisi Ailesi böylece Tihame ve Asir halkınca dini lider olarak görülmüş, ilerleyen yıllarda bölgenin Osmanlı hakimiyetine girmesi üzerine siyasi güçlü bir varlık gösterememişlerdi. Osmanlı Devleti’nin Tanzimat sonrasına denk gelen bu dönemde Batılı kanunları uygulaması Tihame ve Asirli Sünniler arasında da tepki çekmiş ama isyan etmeye güç yetirememişlerdi. Mahkeme işlerini İdrisi Ailesi ile resmi sisteme paralel biçimde işleyen gayri resmi Şer’i mahkemelerle görmüşlerdi. Fakat 1890’lı yıllardan itibaren Osmanlı idari sistemi disiplinli hale geldikçe resmi mahkemelere zorlama uygulaması sıklaşmıştı. İç Yemen’deki Zeydilerin 1905’te Şer’i Hukuk taleplerini Osmanlı Devleti’ne kabul ettirmeleri Asirlileri ve İdrisi Ailesi’ni bu talebe cesaretlendirmişti.

Bu talebin kabul edilmemesi üzerine Tihame’de Osmanlı denetimi daha sıkı ve Asir’de isyan için arazi daha müsait olduğundan 1906’da Asir’de İdrisiler önderliğinde Yemenli Sünniler isyan etti. 1908’de İdrisiler Asir’in hakim oldukları kısmında bağımsızlıklarını ilan edip Sabya şehri merkezli Asir İdrisi Emirliği’ni kurdular. 1909’da Osmanlı Devleti’nin Asir’i almak üzere yaptığı harekat başarısızlıkla sonuçlanınca Ocak 1910’da Osmanlı Devleti ve Asir Emirliği arasında antlaşma imzalandı. Buna göre Asir’de Asirlilerin talep ettiği gibi sadece İslam Şeriatı hakim olacak, Asir bağımsızlıktan vazgeçecek, Muhammed el-İdrisi Osmanlı Devleti’nin Asir Kaymakamı olacaktı.

Fakat Ekim 1910’da Osmanlı Devleti’nce Asir’in merkezi Sabya şehrindeki mahkemede yeniden Batılı kanunların dayatılması üzerine Muhammed el-İdrisi önderliğinde Asirliler antlaşmanın bozulduğu gerekçesi ve Şeriat talebiyle isyan ettiler. Bu isyan Ağustos 1914’te Osmanlı Devleti’nin İdrisi Devleti’nin Asir’deki bağımsızlığını tanıdığı antlaşma ile sona erdi.

19. yüzyılın son çeyreğinde Yemen’in karşı kıyısındaki Somali ve Eritre topraklarını ele geçiren İtalyanlar 1911-1912 Osmanlı-İtalya Savaşı’nda Yemen’in Osmanlı kontrolündeki sahil kesimlerini donanmalarıyla bombaladılar. 1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Mart 1914’te İngiltere ve Osmanlı Yemen’in bölüşülmesi üzerine antlaşma imzaladılar. Antlaşmaya göre Güney Yemen İngiltere’nin, Kuzey Yemen Osmanlı’nın olarak kabul edildi ve 1990’da iki Yemen’in birleşmesine değin sürecek olan sınır çizildi.

map.png

Kuzey ve Güney Yemen haritaları ve sınırı (1914-1990)

1. Dünya Savaşı’nda Yemen

1. Dünya Savaşı gelip çattığında Tihame Sahili dışında Osmanlı Devleti’nin Yemen’de doğrudan bir otoritesi kalmamıştı. 1. Dünya Savaşı esnasında Tihame açıklarındaki adalar İngiltere ve İtalya tarafından işgal edildi. 1916’da Hicaz’da Şerif Hüseyin İsyanı üzerine Tihame’deki ve San’a’daki Osmanlı asker ve memurlarının Osmanlı merkeziyle irtibatı kesildi. İmam Yahya Osmanlı asker ve memurlarının korunmasını sağladı. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile teslim olup tüm Arap ülkelerini boşaltma kararı alınca İmam Yahya Kasım 1918’de zaten himayesinde kalmış olan Tihame’yi de resmen topraklarına katıp Yemen Krallığı’nı ilan etti. San’a ve Tihame’de kalan Osmanlı memur ve askerlerine istedikleri takdirde Yemen’de kalabilecekleri, gitmek isterlerse yolculuklarına yardım edileceği beyan edildi.

Dönmek isteyen Osmanlı asker ve memurları 1919’da Yemen’den ayrılırken pek çok asker ve memur da Yemen’de kaldı, bekar olan veya eşi Anadolu’da kalan Türk asker ve memurlar yerli kadınlar evlendi. Bu asker ve memurlar dq Anadolu’daki yakınlarınca “Yemen’de şehit oldu” diye bilindi.

yahya.jpg

Lübnanlı edebiyatçı Emin Reyhani’nin 1922’de Zeydi İmamı Yahya ile görüşmesinin ardından İmam Yahya’yı resmettiği ünlü tablosu. İmam Yahya hayatı boyunca fotoğrafının çekilmesine izin vermedi

dar-al-hajar-edit.jpg

İmam Yahya’nın Sana’nın hemen dışındaki evi

Necran ve Asir üzerinde Suudi Arabistan-Zeydi İmamlığı Rekabeti ve Savaşı (1926-1934)

İngiltere kontrolündeki Güney Yemen’i alabilmekten ümidini kesen İmam Yahya, Necran ve Asir’i de topraklarına katmak istedi. Fakat 1925’te Hicaz’ı tamamen alan Necd merkezli Suudi Hanedanı daha hızlı davranarak Necran ve Asir’e girdi. İdrisilerin bu bölgedeki varlığı 1930’da tamamen sona erdi. Bu gelişme üzerine Suudilerle Zeydi İmamlığı arasında Necran ve Asir üzerinde bir savaş meydana geldi. Suudilerin yayılmacı politikasının Kızıldeniz’in karşı kıyısındaki Eritre ve Somali’deki sömürgelerine sıçramasından korkan İtalya bu savaşta Zeydi İmamlığı’nı destekledi. Nihayet 1934’te Zeydi İmamlığı yenilgiyi kabul ederek Suudi Arabistan ile Asir ve Necran’ın Suudi Arabistan’da kalması konusunda anlaştı. Böylece coğrafi ve kültürel olarak İç Yemen’in bir devamı sayılan ama çoğunluğu Sünni olan bu bölge Suudi Arabistan’a geçmiş oldu.

Ateşkes öncesinde Zeydi İmamlığı Ordusu’nu yenen ve İç Yemen’de ilerlemeye başlayıp San’a’ya yönelen Suudi Ordusu, Suudi Kralı Abdulaziz bin Suud’un (1875-1953) emriyle durdurulmuştu. Abdulaziz bin Suud’un Osmanlıların İç Yemen’i ellerinde tutabilmek için verdiği zayiatı bildiğinden İç Yemen’i almanın ve elde tutmaya çalışmanın zararlı olacağını düşünerek böyle bir hamleden vazgeçtiği düşünülmektedir.

İmam Yahya’nın son dönemi ve öldürülmesi (1934-1948)

1934 yenilgisinin ardından içe kapanan İmam Yahya gittikçe otoriter bir lider haline geldi. Diğer taraftan İmam Yahya özellikle Yemen’in şehirlerinde yaşayan Yemen Yahudileri’ne karşı kendisinden önceki döneme göre oldukça korumacı muamelede bulunmuş, Yemen Yahudilerinin takdirini toplamıştı. Fakat toplumun diğer kesimlerinde son yıllarında İmam Yahya’ya muhalefet artmıştı.

Kuzey Yemen’e bu dönemde Arap ülkelerinde, özellikle Mısır’da çıkan her türlü fikir akımı da ulaşmaya başlamış, İmam Yahya’dan reform talepleri artmıştı. İmam Yahya’nın bu talepleri kabul etmemesi üzerine Kuzey Yemenli bir başka ünlü Zeydi aile olan Veziriler’den Abdullah bin Ahmed el-Vezir (1885-1948) arkasına bazı aşiretleri ve toplumsal muhalefeti de alarak San’a’da 17 Şubat 1948’de sürpriz bir darbe yapıp İmam Yahya’yı öldürdü, kendini yeni İmam ilan etti.

İmam Yahya’nın San’a dışına kaçan oğlu Ahmed bin Yahya (1891-1962) diğer bölgelerdeki babasına ve kendisine sadık aşiretleri toplayarak yeni İmam ilan edildi, toplanan aşiret güçleri San’a’ya saldırıp şehri ele geçirdi, Abdullah el-Vezir çatışmalarda öldürüldü. ‘Veziri Darbesi’ olarak bilinen bu kısa süren iç savaşta 5 binden fazla kişinin katledildiği tahmin edilmektedir.

Bu İç Savaş’ta İngiltere isyancı Vezirileri desteklerken Suudi Arabistan eski düşmanı iktidardaki Ras Hanedanı’nı desteklemiştir.

ahmed.jpg

1948-1962 dönemi Kuzey Yemen Kralı / Zeydi İmamı Ahmed bin Yahya Hamideddin

İmam Ahmed bin Yahya Dönemi (1948-1962)

Yeni Zeydi İmamı Ahmed, babası İmam Yahya kadar korumacı bir siyaset gütmese de yine de dış etkileri iktidarına tehlikeli bulmaya devam etti. Güney Yemen’i topraklarına katmayı hedefleyen Ahmed bin Yahya Güney Yemen’deki İngilizlerin Kuzey Yemen’e de saldırı düzenlemesinden endişe ediyordu. Bu endişesi onu babasının eski düşmanı Suudi Arabistan’a yaklaştırdı. Veziri Darbesi’nde Suudilerin darbecilere karşı Ahmed bin Yahya’ya yardımı da onda Suudilere bir sempati oluşturdu.

Güçlü ve modern bir ordu kurmak isteyen Ahmed bin Yahya askeri yardım ve askeri danışman edinmede Sovyetler Birliği’nden başka bir adres bulamadı. Böylece, muhafazakar ve anti-Komünist bir rejimin, kendisini koruyacak askeri gücü oluşturmak için Sovyetler Birliği’nden yardım alınması gibi çelişkili bir durum ortaya çıktı. Sovyet uzmanların etkisiyle Kuzey Yemen Ordusu’nda kraliyet karşıtı bir damar oluştu.

Fakat Ahmed bin Yahya’yı ideolojik olarak asıl tehdit eden unsur diğer Arap Krallıkları’nda da olduğu gibi Mısır’dan geldi. 1952’de Mısır’da yaşanan darbeyi takip eden süreçte Mısır’da Kraliyet sona ermiş, Cemal Abdunnasır iktidara gelmişti. Abdunnasır’ın anti-monarşizmi Arap milliyetçiliğiyle sentezleyen söylemi ve Arap Kraliyetleri’ne karşı darbeleri destekler tavrı, Zeydi İmamlığını / Kuzey Yemen Kraliyeti’ni de korkutmuştu. Ahmed bin Yahya bunun üzerine 1950’li yıllarda Suudi Arabistan’a daha da yanaştı.

Yine bu dönemde, babasının kararıyla Kuzey Yemen’de örgütlenmesine izin verilmeyen, 1954’te Abdunnasır’ın aleyhlerinde devasa bir tutuklama kampanyasına giriştiği Mısırlı el-İhvanu-l Muslimin (Müslüman Kardeşler) Teşkilatı’nın faaliyetleri serbestleştirildi.

1955’te Ahmed bin Yahya bir askeri darbe girişimi atlattı.

1959’da Ahmed bin Yahya tedavi için İtalya’da iken oğlu Veliaht Prens Muhammed el-Bedr Abdunnasır’a duyduğu sempatiden dolayı babasından habersiz Mısırlı askeri uzmanları ülkeye davet etmiş, babası döndüğünde bu karara karşı çıkıp daveti iptal etmişti. Veliaht Prens bundan 1 yıl önce 1958’de de babasının hilafına Kuzey Yemen’i 1958’de kurulup 1961’de dağılacak olan Mısır ve Suriye arasındaki ‘Birleşik Arap Cumhuriyeti’ ismindeki birliğe katmaya çalışmıştı.

Mart 1961’de Ahmed bin Yahya bir suikast girişiminden yaralı olarak kurtuldu ama sağlığı düzelmediği için yönetimi Ekim 1961’de fiilen Muhammed el-Bedr devraldı. 18-19 Eylül gecesi 1962’de Ahmed bin Yahya uykusunda öldü.

Yemen Yahudileri’nin İsrail’e büyük göçü (1949-1950)

Antik çağlardan beri Yahudilerin Yemen’de büyük bir ağırlığı vardı. Yemen’in Müslümanlarca fethiyle Yemenli Hristiyanlar kadar olmasa da Yemenli Yahudilerin bir kısmı da zamanla Müslüman olmuştu. 1948 yılına gelindiğinde Yemen’de, özellikle de şehirlerde Yahudi azınlık halen etkisini ve ağırlığını hissettirmekteydi.

tevrat.jpg

San’a’da bir sinagogda Tevrat okuyan Yemenli Yahudiler (1920’li yıllar)

sana-yahudi.jpg

San’a’da Ahd-i Atik’ten Mezmurlar (Zebur) okuyan bir Yahudi aile (1947)

1948’de İsrail kurulduğunda tüm dünya Yahudileri gibi Yemen Yahudilerini de İsrail’e yerleşmeye teşvik etti. İsrail Yahudileri Filistin’e hem dini gerekçelerle hem de Filistin’deki Yahudi nüfusunu artırmak için toplamaya çalışıyordu. İsrail 1949-1950 döneminde “Sihirli Halı Operasyonu” adını verdiği bir toplu taşıma faaliyetiyle Kuzey Yemen’den 47 bin, Aden ve çevresinden 1500, Suudi Arabistan’a bağlanan Necran’dan 2000, Cibuti’den 500 olmak üzere toplamda 51 bin Yahudi’yi taşıyıp Filistin’e yerleştirdi.

Bu büyük göç öncesinde Kuzey Yemen’de 55 bin Yahudi yaşamaktaydı, sadece başkent San’a’da 8 bin Yahudi ve 28 sinagog bulunmaktaydı, Yahudiler sadece şehirlerde değil köylerde de yaşıyorlardı. 47 bin Yahudi İsrail’ giderken 1950’de Kuzey Yemen’de 8 bin Yahudi kalmayı tercih etti. Kuzey Yemen’de özellikle İmam Yahya’dan itibaren Yahudiler oldukça himaye edildiğinden, İmam Ahmed bin Yahya’nın da Filistin Sorunu esnasında diğer Arap ülkelerinde yaşanan Yahudilere saldırıların benzerinin Yemen’de yaşanmaması için sert tedbirler aldığı bilindiğinden Kuzey Yemen’deki Yahudiler baskı sebebiyle değil sadece İsrail’de yaşamak istedikleri için Yemen’den ayrıldılar.

O dönem İngiltere denetiminde olan Güney Yemen’de Kuzey Yemen’e oranla oldukça az, birkaç bin Yahudi bulunmaktaydı. Aralık 1947’de BM’nin Filistin’de Yahudilere devlet kurma kararının ardından Aden’de Yahudilerin iki Müslüman kızı öldürdükleri iddiasıyla Yahudi mahallesine saldırılar meydana geldi. 2-4 Aralık 1947’de Aden’deki çatışmalarda 38 Arap ve 82 Yahudi öldürüldü. İngiltere olaylarla etkin mücadele edemediği gerekçesiyle eleştirildi. Bu gergin ortamın da etkisiyle 1949-1950’de Aden Yahudilerinin hemen hemen tamamı Filistin’e göç etti.

ucak.jpg

Güney Yemen-Aden’den Filistin’e taşınan bir grup Yahudi (1949)

Kuzey Yemen’de 1951 itibariyle halen yaşayan 8 bin kişilik Yahudi topluluğu halen önemli bir nüfusu oluşturuyor ve Kuzey Yemen’i en çok Yahudi nüfusa sahip Arap ülke yapıyordu. 1962-1970 Kuzey Yemen İç Savaşı’nda bu Yahudilerin de çoğu İsrail’in teşvikiyle Kuzey Yemen’den ayrıldı. Kuzey Yemen’de 1962’de kurulan cumhuriyet idaresinin Zeydi İmamlık’ın aksine Yahudi nüfusa daha karşıt bir iç siyaset gütmesi de Yahudilerin göçünü devamlı ve hızlı hale getirdi. Ocak 2021’de yapılan bir araştırmaya göre Yemen’de sadece 31 Yahudi yaşamaktadır.

Kuzey Yemen İç Savaşı (1962-1970)

Ekim 1961’den beri fiilen ülkeyi yöneten Ahmed bin Yahya’nın oğlu Muhammed bin Ahmed el-Bedr el-Hamideddin (1926-1996) 19 Eylül 1962 sabahı resmen Kuzey Yemen Kralı / Zeydi İmamı oldu. İlk iş olarak Nasır’cı olduğu ve Sosyalist eğilimleri bilinen Albay Abdullah Sallal’ı (1917-1994) evinin muhafızı yaptı. 1957’den itibaren Cemal Abdunnasır’ın açıkça Kuzey Yemen’de darbe çağrıları yaptığı, Nasır’cı bir cumhuriyet kurulmasını hedeflediği bilindiği halde önce veliaht sonra resmen kral olan Muhammed el-Bedr’in Abdunnasır’a sempatisi çelişkili bulunuyor, tepki çekiyor ve Sallal’ı atamasında da etkili bulunuyordu.

800px-muhammad-al-badr.jpg

Kral Muhammed el-Bedr (1962)

Atanmasından 1 hafta sonra 26 Eylül 1962’de Sallal kralın evini bombalayarak darbe girişimini başlattı. Henüz Ahmed bin Yahya ölmeden organize olan darbeciler San’a ve diğer şehirlerde örgütlenmiş, kralın değişimiyle hazırlıklarına hız vermişler, Sallal’ın atanmasıyla da işleri kolaylaşmıştı. Bombardımandan sağ kurtulan Kral Muhammed el-Bedr makineli tüfeği ile San’a’daki darbeci askerlere karşı bizzat savaştı. Fakat el-Bedr ve kraliyet yanlısı güçler gafil avlandıklarından iyi hazırlıklı darbeciler karşısında yenilerek San’a’dan çekildiler. el-Bedr iktidardan vazgeçmedi ve iktidarı savaşarak geri almaya karar verdi.

Bu arada San’a ve bazı şehirleri ele geçiren darbeciler Kuzey Yemen’i cumhuriyet, Abdullah Sallal’ı da cumhurbaşkanı ilan ettiler. Abdunnasır Sallal’ı tanıdı ve desteklemeye başladı.

Zeydiliğin Yemen’de ilk tutunma noktası olan ve Zeydi İmamların San’a’dan her atıldığında sığındığı mevki olan Sa’da, bu kez de Muhammed el-Bedr’in sığınağı olmuştu. Sa’da’da tutunan el-Bedr aşiretleri yanına çekerek San’a’yı geri almaya hazırlanıyordu. Fakat bazı aşiretler de beklenenin aksine Sallal’dan yana oldular. Nasırcılığı kendisine büyük bir tehdit olarak gören Suudi Arabistan hem Kuzey Yemen’de darbeyle cumhuriyet kurulmasını hem de Kuzey Yemen’in kendisine komşu olmasını kendisine tehdit görerek el-Bedr’i destekledi. Böylece Kuzey Yemen’de 1962’de Krallık ve Cumhuriyet yanlıları arasında büyük bir savaş başladı.

salal.jpg

1962 Darbesi’ni yöneten, Kuzey Yemen İç Savaşı’nda Cumhuriyetçilerin lideri, Kuzey Yemen’in ilk cumhurbaşkanı Abdullah Sallal

Suudi desteğiyle el-Bedr’in güçlerinin San’a yönünde ilerlemesi üzerine Sallal Abdunnasır’a, dışarıdan desteğin yeterli olmadığını bildirerek doğrudan Mısır Ordusu’nu göndermesini istedi. Bunun üzerine 1963’te 20 bin kişilik Mısır Ordusu deniz yoluyla Kuzey Yemen’e çıkartma yaptı. Mısır Donanması Suudi Arabistan’ı Kızıldeniz’de oldukça baskıladı. Mısır bu süreçte Suudi Arabistan’a yine de doğrudan saldırmaktan kaçındı. Bir yandan da Mısır ve Suudi Arabistan birbirleri aleyhine ve Kuzey Yemen’deki iç savaşla ilgili büyük bir propaganda savaşı yürütmekteydi. O dönem Kahire Radyosu, Arap Alemi’nin en güçlü yayın organı olduğundan bu savaşı Mısır önde götürmekteydi.

Mısır’ın Kuzey Yemen’e ordu sokması üzerine Suudi Arabistan da ordusunu Zeydi İmamın ordusunun safında savaşmak üzere Kuzey Yemen’e gönderdi. Böylece Kuzey Yemen’de Suudi Arabistan ve Mısır arasında bir vekalet savaşından öte sıcak bir savaş başladı. Fakat Mısır Ordusu Suudi Arabistan Ordusu’ndan çok daha güçlü olduğu için el-Bedr kuvvetleri San’a’ya giremedi. Mısır Ordusu ise el-Bedr’in güçlerini tamamen bitirmek üzere Sa’da’ya yöneldiğinde coğrafi zorluklar nedeniyle ağır kayıplar verdi ve amacında başarısız oldu.

Eylül 1964’te Mısır ve Suudi Arabistan arasında yapılan görüşmelerle bir ateşkes sağlandıysa da Aralık 1964’te ateşkes tekrar bozuldu ve savaş dengede ama çok kanlı olarak devam etti. Mısır, verdiği ağır kayıplara rağmen Kuzey Yemen’den çekildiği takdirde desteklediği tarafın kısa sürede çökeceğini bildiğinden savaştan çekilmedi.

1967 itibariyle Mısır ve Cumhuriyetçiler Kuzey Yemen’de başkent San’a, Sünnilerin ağırlıkta bulunduğu ve Zeydilerin Zeydi İmamlığı’na çok sıkı bağlı olmadığı Kızıldeniz Sahili ve ülkenin güneyinde tutunmuştu. Suudi Arabistan ve Krallık yanlıları daha dindar Zeydi bölgesi olan kuzeydeki dağlık alanlara hakimdi. Mısır ve Cumhuriyetçiler aldıkları yerleri koruma, Krallık yanlıları ve Suudi Arabistan ilerleme peşindeydi. Mısır dağlık alanlarla çevrili şehirleri kaybetmemek için ağır kayıp vermeye devam ediyordu.

1967.jpg

1967’de Kuzey Yemen İç Savaşı Haritası, kırmızı: Kraliyetçiler, siyah: Cumhuriyetçiler

Haziran 1967’de Mısır ‘6 Gün Savaşı’nda İsrail karşısında ağır bir hezimete uğrayınca Kuzey Yemen’deki savaşı sürdüremeyeceğine kanaat getirerek Ağustos 1967’de Kuzey Yemen’den çekileceklerini açıkladı. Sallal Abdunnasır’ı kararından vazgeçirmeye çalışsa da Abdunnasır çekilme kararından vazgeçmedi, Sallal’a istifa etmesi ve Mısır’a yerleşmesi tavsiyesinde bulundu.

Fakat Sallal’ın pes etmeye niyeti yoktu. Diğer Arap ülkelerindeki cumhuriyetlerden ve Sosyalistlerden destek aradı. Sallal’ın Suudi Arabistan ve Zeydi İmamı’yla uzlaşmaz tutumunun cumhuriyeti tamamen çöküşe götüreceğinden korkan Cumhuriyetçi ekip içerisinden bir grup, 5 Kasım 1967’de San’a’da darbe yaparak Sallal’ı indirdi. Yeni cumhurbaşkanı Abdurrahman el-İryani oldu.

Abdurrahman el-İryani (1910-1998) bilinçli olarak seçilmiş bir isimdi. Cumhuriyetçilerin safında olmakla beraber gençliğinden itibaren Şer’i ilimler eğitimi görmüş, kadı olmuş bir isimdi. Bazı iddialara göre Yahudi asıllı olan el-İryani’nin asıl ismi Zekeriya el-Hadad olup anne ve babası 1918 Yemen Kıtlığı’nda ölmüş Yahudilerdendi. Hem öksüz hem yetim kalması üzerine el-İryani ailesince evlat edinilmiş ve kendisine Abdurrahman ismi verilmişti.

İryani Suudilerle ve Muhammed el-Bedr ile müzakereye geçmek istedi fakat San’a’daki karışıklıktan faydalanmak isteyen Muhammed el-Bedr’in birlikleri Kasım 1967’de San’a’ya taarruza geçip şehri kuşattı. Fakat Şubat 1968’te İryani’ye bağlı güçlerce püskürtüldüler. Bu gelişme üzerine Suudilerin baskısıyla Muhammed el-Bedr müzakereyi kabul etti. 1968’den itibaren Kuzey Yemen’de çatışmalar hafifledi.

1970’te Suudi Arabistan’ın gözlemciliğinde taraflar anlaştı. Kuzey Yemen’in İryani cumhurbaşkanlığında bir cumhuriyet olması kabullenildi ve Suudi Arabistan da resmen bunu tanıdı. Muhammed el-Bedr iktidardan feragate zorlandı, kraliyet yanlısı pek çok isim cumhuriyette görev aldı. Abdunnasır’ın 1967 yenilgisiyle kendisine bir tehdit olmaktan çıktığını düşünen Suudi Arabistan aynı sene Mısır’ın Kuzey Yemen’den çekilmesini ve iktidara gelen İryani’nin Suudi Arabistan ile iyi geçinen, Sosyalist değil geleneksel biri olmasını da hesaba katarak Zeydi İmamların kraliyetini yeniden tesise çalışmayı gereksiz görmüştü. Zaten Kuzey Yemen’in önemli şehirleri, tüm sahili, pek çok arazisi İryani’nin elinde olduğundan tüm buraların alınmasına çalışmak da uzun yıllar alabilecek, zayiat ve masraf gerektiren bir iş olacaktı.

Suudilerce ihanete uğradığını düşünen Muhammed el-Bedr, Suudilere rağmen bu savaşı sürdüremeyeceğini bildiğinden antlaşmayı protesto etmesine rağmen direnmedi, Suudilerin Arabistan’a yerleşme davetini reddedip İngiltere’ye yerleşti ve 1996’da Londra’da öldü.

Siyasi iktidarını kaybeden Muhammed el-Bedr Zeydilerin İmamı olduğu iddiasını da sürdürmedi. Böylece 1073 senelik Ras Hanedanı ve Zeydi İmamlığı tarihe karıştı.

1962-1970 döneminde süren Yemen İç Savaşı’nda 100 bine yakın Yemenlinin, 20 binden fazla Mısır ve bin civarında Suudi askerinin öldüğü tahmin edilmektedir.

Güney Yemen’in bağımsızlığı (1967)

Aden’i 1839’da işgal eden İngiltere’nin sömürge idaresine karşı bağımsızlık talepleri 1950’li yıllarda Arap milliyetçiliğinin yükselişiyle artışa geçmişti.

1963’te Aden’de İngiliz askerlerine el bombası atılması üzerine İngiltere Güney Yemen’de ‘Olağanüstü Hal’ ilan edip öldürme ve tutuklamalara başladı. Fakat sertlik politikası ters tepti ve Güney Yemen halkının sokaklara dökülmesine neden oldu.

aden-1965-2.jpg

Aden’de evleri basan İngiliz askerleri (1964)

aden-65.jpg

Aden’de İngiliz asker bir Yemenliyi tutukluyor (1965)

1963-1967 döneminde meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 92 İngiliz askeri ve yaklaşık 2 bin Yemenli hayatını kaybetti. Kasım 1967’de İngiltere Güney Yemen’den çekildi. Güney Yemen bağımsız bir cumhuriyet oldu, yerel beylikler ilga edildi.

O dönemde iki Yemen’in birleşmesi gündeme geldiyse de iki Yemen’in tarihi ve kültürel farkları, o dönemde Kuzey Yemen’de kanlı bir iç savaşın sürmesi bu girişimi gündemden düşürdü.

Güney Yemen’de Komünist Darbe (1969)

1969’da Güney Yemen’de bağımsızlık sürecinde rol oynayan Komünistler darbeyle iktidarı ele geçirip 1970’te pek çok diğer Komünist rejimde olduğu gibi ülkenin adı ‘Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ olarak değiştirdiler. Devleti Sovyetler Birliği’nin destek ve yönlendirmesiyle Komünizm ideolojisine göre yeniden inşa ettiler. Tamamı Müslüman ve Sünni olan Güney Yemen halkı bu süreçte büyük bir dini baskı gördü, Komünizm’e karşı çıkan din adamları idam edildi. Bu süreçte Aden Sovyetler Birliği’nin stratejik öneme sahip bir üssü haline geldi.

Sınır anlaşmazlıkları ve derin ideolojik ayrışma nedeniyle 1972’de iki Yemen arasında ciddi sınır çatışmaları yaşandı.

Kuzey Yemen’de istikrarsızlık ve Ali Abdullah Salih’in başa gelmesi (1974-1978)

Kuzey Yemen’de 1974’te el-İryani’nin darbeyle devrilmesinin ardından göreve gelen cumhurbaşkanlarının suikaste uğrayarak veya darbeyle sık sık değiştiği bir kargaşa dönemi başladı.

24 Haziran 1978’de Kuzey Yemen cumhurbaşkanı el-Ğaşmi’nin suikaste kurban gitmesinin ardından dörtlü bir askeri konsey idareye el koydu. 17 Temmuz 1978’de bu konseyin bir üyesi olan Albay Ali Abdullah Salih (1947-2017) henüz 31 yaşındayken Yemen cumhurbaşkanı ilan edildi. Salih 2012’ye kadar 34 yıl bu görevde kalacaktı. Siyasi, ilmi veya aşiret yönünden bir tanınmışlığı olmayan sıradan bir köylü Zeydi ailesinden gelen Salih kısa zamanda akraba ve köylülerini devletin kilit noktalarına getirerek iktidarını sağlamlaştırmayı hedefledi.

1979’da iki Yemen arasında ciddi kayıplar verilen sınır çatışmaları yaşandı.

Yemen ve fakirlik

Kuzey Yemen de Güney Yemen de 1980’li yıllara girerken Arap ülkelerinin en fakirleri olarak görülüyordu. Önceki asırlarda Arap Yarımadası’nın tarımsal potansiyeli nedeniyle en müreffeh yöresi olarak kabul edilen Yemen, 20. yüzyılda ekonomiye önem verilmemesi ve savaşlar nedeniyle diğer Arap ülkelerinin çok gerisine düşmüştü.

Yemen’de petrol rezervlerinin sınırlı olması da diğer pek çok Arap ülkesinin aksine Yemen’in petrol zengini olmasına mani olmuştu. Kuzey Yemen’de devletin ekonomiyi geliştirmeye yönelik ciddi bir siyaseti olmaması ve Yemen İç Savaşı’nın yıkıcı etkisiyle fakirlik hakimdi, halk petrol zengini Arap ülkelerine işçi olarak göç etmişti. Güney Yemen, Kuzey Yemen’deki tarım potansiyelinden de mahrumdu. Deniz ticareti açısından dünya çapında çok önemli bir noktada olmasına karşın bu potansiyelini de değerlendiremiyordu. Bu sebeple Kuzey Yemen’den daha da fakir bir haldeydi ve gıda yetersizliği çekmekteydi.

İki Yemen’in birleşmesi (1990)

Ali Abdullah Salih 1980’li yıllarda Kuzey ve Güney Yemen’in birleşmesini resmen devlet politikası olarak benimsemiş ve ilan etmişti. Güney Yemen’deki fakirlik ve Komünist rejimin ülke halkının gelenek ve inançlarına çok ters gelen uygulama ve baskıları da Güney Yemen halkında mevcut Komünist rejimden kurtulma endeksli bir birleşme yanlılığını artırıyordu.

13-24 Ocak 1986’da Güney Yemen’deki Komünist rejim içinde iktidarı elde etme amaçlı meydana gelen kanlı iç savaş 5-10 bin kişinin ölümüne sebep oldu, bu iç savaş Güney Yemen halkının rejime tepkisini daha da artırdı.

İyice zayıflayan Güney Yemen Komünist rejimi 1989’da, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına gidecek olan Komünist Cephe’nin çözülmeye başlamasından da ideolojik olarak büyük zarar gördü. Rejimde yaşanan iktidar değişimiyle şahin Komünistler görevlerinden ayrılarak başa daha ılımlı görülen Komünistler geldi.

22 Mayıs 1990’da iki Yemen birleşme antlaşması imzaladı. Antlaşmaya göre başkent San’a olacak, Ali Abdullah Salih cumhurbaşkanlığına devam edecek, Güney Yemenli politikacılara da politik pozisyonlar verilecekti.

Körfez Krizi ve Yemen (1990-1991)

Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez Krizi’nde Ali Abdullah Salih çoğu Arap devletinin aksine Irak’ı destekledi.

Suudi Arabistan ve Kuveyt Salih’i bu kararından dolayı Irak cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’den rüşvet almakla suçladılar. Suudi Arabistan misilleme olarak Suudi Arabistan’da çalışan, sayıları yüz binleri bulan ve Yemen’in döviz elde etmede ana kaynağı olan Yemenli işçileri sınır dışı etti. Şubat 1991’de Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasının ardından Kuveyt de benzeri bir kararı uyguladı. Bu gelişme Yemen ekonomisini iyice kötüleştirdi. Yemen’in Suudi Arabistan tarafından ilerleyen yıllarda dışlanmasına sebep oldu.

Yemen İç Savaşı (1994)

Birleşmenin ardından yaşanan Körfez Krizi’nin Yemen ekonomisini bozması ve Güney Yemenli politikacıların Kuzey Yemen’in Güney Yemen’e birleşmede verdiği sözleri tutmadığı iddiaları üzerine 1992’den itibaren Güney Yemen’de ayrılıkçı talepler ortaya çıktı, protestolar düzenlendi.

Mayıs 1994’te Güney Yemen’de ayaklanmayla başlayan, San’a’nın Güney Yemen’den atılan Scud füzeleriyle vurulduğu iç savaş Temmuz 1994’te Güney Yemen’deki eski Komünist politikacıların başını çektiği isyanın bastırılmasıyla sonuçlandı. Suudi Arabistan’ın Güney Yemenli ayrılıkçıları desteklediği bu iç savaşta yaklaşık 10 bin kişi öldü.

Yemen İhvanı ve Islah Partisi

1928’de Mısır’da Hasan el-Benna tarafından kurulan el-İhvanu-l Muslimin kısa zamanda diğer Arap ülkelerine de ulaşmıştı. 1940’lı yıllardan itibaren İhvan Kuzey Yemen’de de Güney Yemen’de de teşkilatlanmaya çalıştıysa da sorun yaşamıştı. Kuzey Yemen’de halkın çoğu Zeydi olduğundan sadece Tihame’deki Sünniler arasında taraftar bulan İhvan’ın teşkilatlanması İmam Yahya tarafından engellemiş, Güney Yemen’de de İngiltere İhvan’ın teşkilatlanmasını engellemişti.

İlerleyen dönemde Güney Yemen’de Komünist darbe İhvan’ın teşkilatlanmasının önünü tamamen kapatırken Kuzey Yemen’de İhvan’ın faaliyetlerine engellemeler yumuşadı.

Mısır’da üniversite eğitimi sırasında İhvan’a katılan Abdülmecid Zindani (1942-) ardından Suudi Arabistan’a yerleşerek bu ülkede 1970’li yıllarda büyük gelişme gösteren İhvan faaliyetleri içinde bulundu. Daha sonra Yemen’e dönerek faaliyetlerini buraya taşıdı. Zindani’nin Zeydi kökenden gelip sonradan Sünniliğe geçtiği belirtilmektedir.

1990’da iki Yemen’in birleşmesi Yemen’de Sünnileri çoğunluğa geçirmişti. Halkının tamamı Sünni olan Güney Yemenliler de eğitim ve diğer faaliyetler için San’a’ya gelmeye başladığından Zindani 1990’dan itibaren Yemen’deki çalışmalarına hız verdi. 1990’da Islah Partisi’ni, 1995’te San’a’da İman Üniversitesi’ni kurdu.

Abdulmecid Zindani

İran Devrimi ve Yemen’e etkileri, Husi Hareketi’nin ortaya çıkışı

1979’da gerçekleşen İran Devrimi Ortadoğu’da pek çok coğrafyayı etkilediği gibi Yemen’i de etkiledi. Kuzey Yemen’de Sahabe karşıtlığının boyutları gibi konularda Caferiliğe yakın duran ve Zeydilik içinde sayılıp sayılamayacağı tartışmalı Carudiye geleneğinden gelen Bedreddin el-Husi (1926-2010) bu süreçte öne çıkacaktı.

Devrim öncesi de İran’da bulunan El Husi, İran Devrimi’nin ardından İran ile temasa geçmiş, İran’da bulunmuş ve İran Devrimi’nden çok etkilenmişti. İddialara göre 1980’li yıllarda Yemen’e dönüp faaliyete geçtiğinde Caferiliğe geçen Bedreddin el-Husi, Caferilikteki takiye inancı gereği Zeydileri yavaş yavaş Caferileştirebilmek için Caferi olduğunu açıklamamıştı.

El Husi Yemen’e dönerken İran Devleti’yle Yemen’de İran için yürüteceği mücadelede anlaşmış, İran ile beraber bir strateji çizmişti.

bedr.jpg

Bedreddin el-Husi

1980’li yıllarda Kuzey Yemen’de başlattığı çalışmada Bedreddin el-Husi hareketin dini lideri olarak görünürken Bedreddin el-Husi’nin oğulları, yakın akrabaları ve Husi Aşireti’nin bazı ileri gelenleri hareketin teşkilat kısmını yürütüyordu. 1990’da Yemen’in birleşmesiyle yapılacağı duyurulan meclis seçimlerine katılmak üzere Husi Hareketi ‘Hizbu-l Hak’ (Hak Partisi) isminde bir parti de kurdu. 1993 seçimlerinde Bedreddin el-Husi’nin oğlu Hüseyin el-Husi (1956-2004) bu partiden milletvekili seçildi. Hüseyin el-Husi 1980’li yıllarda İran’ın Kum Havzası’nda eğitim görmüştü.

huseyinbedreddinhusi.jpg

Hüseyin el Husi

1992’de Husi Hareketi ‘Sa’da merkezli olarak ‘Genç Müminler Teşkilatı’nı kurdu. Bu kapsamda her yaz binlerce Zeydi kökenli gençle yaz kampları düzenledi ve onları örgütleyip Caferileştirdi. Bu faaliyetlerinde İran, Lübnan Hizbullahı ve Lübnan’da yaşayan, Lübnan Hizbullahı’nın manevi lideri olarak görülen ünlü Şii mercii Muhammed Hüseyin Fadlallah’tan (1935-2010) destek ve yönlendirme görüyorlardı.

Bu dönem kendisi de Zeydi olan cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih iki gerekçeyle Husileri destekliyordu. Bu sebeplerin ilki Suudi Arabistan ile yaşadığı ihtilaftı. İkincisi ise Sa’da ve çevresinde Mukbil bin Hadi el-Vadi’i yönetimindeki Dammac Darulhadis’i merkezli yaşanan Sünnileşmeyi dengelemek istemesiydi.

Mukbil bin Hadi el-Vadi’i ve Kuzey Yemen’de Sünnileşme

Yemen’de Zeydiliğin en güçlü olduğu bölge olarak bilinen Sa’da’lı olan Mukbil bin Hadi el-Vadi’i (1933-2001) ünlü bir Zeydi aşiretten geliyordu. Sa’da’daki dini eğitiminin ardından Suudi Arabistan’da önce Necran’da sonra Medine’de eğitim gören Vadi’i Sünniliğe geçmişti.

Medine Üniversitesi’nde akademik çalışmalarını sürdürürken Kasım 1979’da meydana gelen Cuheyman el-Uteybi ve arkadaşlarınca gerçekleşen Kabe Baskını’nın ardından baskında yer almadığı halde Cuheyman el-Uteybi ile alakası olduğu gerekçesiyle tutuklandı, birkaç ay sonra 1980’de serbest bırakıldı ama Suudi Arabistan’a giriş yasağı konarak sürgün edildi.

1980’de memleketi Sa’da’ya bağlı Dammac Kasabası’na dönen Vadi’i Zeydiliğin kalesi sayılan bu bölgede geçmiş asırlarda Zeydilikten Sünniliğe geçmiş İbnu-l Vezir, San’ani ve Şevkani gibi alimlere de atıfla Sünnilik üzere davet çalışmalarına başladı.

Bu çıkış çevrede büyük tepki toplamakla beraber Zeydi olan aşireti, aşiret bağlarını gözeterek Mukbil bin Hadi’yi korudu. Mukbil bin Hadi Medine’de iken elde ettiği bağlantılar yoluyla topladığı bağışlar ve aşiretinin de desteğiyle Dammac’da “Darulhadis” (Hadis evi, Hadis merkezi) ismindeki ünlü medresesini inşa etti. Kuzey Yemen’in kalbindeki bu çalışma Güney Yemen’deki Sünnilerin ilgisini çekti. Zamanla Kuzey Yemen’de bir Sünnileşme furyasının başlamasına neden oldu. Bu süreçte önceden tamamı Zeydi olan el-Vadi’i Aşireti’nin ve Dammac halkının büyük kısmı Sünniliğe geçti. Kuzey Yemen genelinde, özellikle de Zeydiliğin kalesi sayılan Sa’da’da Dammac Darulhadis’i merkezli olarak Sünnilik yayılmaya başladı.

mukbil.jpg

Mukbil bin Hadi el-Vadi’i’nin nadir bir fotoğrafı

dar.jpg

Dammac kasabası ve Darulhadis

dar-002.jpg

1980’li, özellikle de 1990’lı yıllarda Dammac Darulhadis’i Yemen dışından da Avrupalı mühtedilerden Endonezyalılara kadar çok geniş yelpazede bir uluslararası öğrenci topluluğuna sahip oldu.

Böylece 1980’li ve özellikle de 1990’lı yıllarda ikisi de Sa’da merkezli olmak üzere bir yandan Husi Hareketi öncülüğünde büyük oranda gizli bir Caferileşme, diğer yandan Dammac Darulhadis’i merkezli aleni bir Sünnileşme yaşandı. Bu da Sa’da’da iki taraf arasına henüz çatışma yaşanmaksızın rekabetten öte bir gerginlik soktu.

1980’li yıllarda Suudi Arabistan Devleti aleyhine aleni sert konuşmalarıyla dikkat çeken Mukbil bin Hadi Suudi Arabistan aleyhindeki sözlerinde yumuşamaya gidecekti. Bunun sebebi, Sa’da’da geniş imkanlara sahip Husi Hareketi’nin yükselişi ve 1990’dan itibaren Suudilerle problemli olan Yemen’in Zeydi cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in Husilere olan desteğiydi.

Diğer taraftan Mukbil bin Hadi Suudi Arabistan’da yönetimi eleştiren ve Sefer Havali ile Selman Avde’nin başını çektiği ‘Sahve’ (Uyanış) Hareketi ile Abdulmecid Zindani’nin Islah Partisi’ne yönelik eleştirilerini artırdı.

2000 yılında Mukbil bin Hadi’ye kanser teşhisi kondu. Yemen’in tıbbi imkanları kısıtlı olduğundan yurt dışında tedavi edilmesi gereği üzerine Suudi Arabistan Mukbil bin Hadi’ye 20 sene önce koyduğu giriş yasağını kaldırdı. 2001’de tedavi gördüğü Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde öldü. Dammac Darulhadis’inin yönetimi talebesi olan Yahya el-Hacuri’ye (1958-) geçti.

Böylece halkının geleneksel ve dindar kimliği öne çıkan Yemen’de birbirinden farklı dini ekoller birbiriyle sıkı bir rekabete girmiş oldular.

11 Eylül ve Yemen

11 Eylül 2001 Dünya Ticaret Merkezi saldırılarının ardından Guantanamo’da hapsedilen bazı tutukluların İman Üniversitesi ve Dammac Darulhadis’i geçmişleri, El Kaide lideri Usame bin Ladin’in Güney Yemen-Hadramevt asıllı olması, ABD’nin gözünü Yemen’e dikmesine ve Yemen yönetiminden bu kurumlara daha fazla baskı uygulamasını talep etmesine neden oldu.

Ali Abdullah Salih yönetimi bu dönemde ABD ve Suudi Arabistan ile uyumlu çalıştı. Tutuklama kampanyalarına girişti ve talep üzere tutukladığı şahısları ABD’nin yönlendirmesi doğrultusunda başka ülkelere iade etti.

aliabdullahbush.jpg

Beyaz Saray’da George Bush-Ali Abdullah Salih görüşmesi (2007)

Yemen yönetimi ve Husilerin çatışması (2004)

1990’lı yılların sonlarına kadar Ali Abdullah Salih ile iyi ilişkilere sahip olan Husilerin gücünü git gide artırması ve Kuzey Yemen’de bazı mıntıkalarda silahlı militanlarla yönetimi tamamen ele geçirmesi önce Salih’in Husilere desteğini çekmesiyle, 2004’te ise Yemen Ordusu ve Husilerin çatışmasıyla sonuçlandı.

Husiler, Ensarullah adıyla anılan bir hareket teşkil etmişti.

Haziran 2004’te başlayan çatışmalarda babası Bedreddin el-Husi’nin dini liderlik ettiği hareketi idari açıdan yöneten, İran’da eğitim görüp Caferiliğe geçen Hüseyin el-Husi Eylül 2004’te öldürüldü. Hareketin idaresine henüz 25 yaşında olan kardeşi Abdulmelik el-Husi (1979-) geçti.

husi.png

Abdulmelik el-Husi

İlerleyen dönemde Kuzey Yemen’de Husilerle yönetim güçlerinin çatışması devam etti. İran’ın desteği, coğrafi avantajlar ve önceki yıllarda Husilerin bölge halkına yönelik propaganda faaliyetleriyle taban elde etmeleri Husilerin dağlık alanlarda tutunmasını sağladı.

Yemen’de ‘Arap Yarımadası El Kaidesi’

Suudi Arabistan’ın 2003’te ülke içinde El Kaide’ye yönelik tutuklamalara girişmesi bu örgütlenmenin Suudi Arabistan içerisinde saldırılar düzenlemesine neden olmuştu. 2003-2004 boyunca yaşanan çatışmaların ardından El Kaide’nin Arap Yarımadası yapılanması, Suudi Arabistan’da üslenmenin sosyal ve coğrafi dezavantajlar nedeniyle verimsiz olacağını düşünerek Yemen’e yönelmişti

Küresel cihat hareketinin ideologlarından kabul edilen Ebu Musab es-Suri (1958-), 1990’lı yıllardaki konuşmalarında Arap Yarımadası’nda yürütülmesi muhtemel bir askeri mücadele için sığınılabilecek tek coğrafi alanın Yemen dağları olduğunu

2008’den itibaren hareket, Güney Yemen’in dağlarında faaliyetlerini hızlandırdı. Yöneticilerinde Arabistan ve Yemenlilerin bulunuyordu. ‘Arap Yarımadası El Kaidesi’ isminin yanı sıra ‘Ensaru-ş Şeria’ (Şeriat’ın yardımcıları) ismini de kullanıyorlardı.

Bu oluşum bölge halkının San’a’daki idare tarafından dışlanması ve laik Güney Yemen muhalefetini de temsilcisi görmemesinden faydalanarak halk desteği de elde etti. 2009’da saflarına ABD’li ünlü vaiz Enver el-Evlaki’yi de dahil etti.

Ocak 2009’da Yemenli Nasır el-Vuhayşi’nin örgütün başında bulunduğu açıklanmıştı. 2015’te Vuhayşi’nin ABD’nin drone saldırısında yaşamını yitirmesinin ardından örgütün başına geçen Yemenli Kasım er-Raymi 2020’de de aynı şekilde öldürülecek ve yerine Arabistanlı Halid Batarfi’nin geçtiği açıklanacaktı.

Enver el-Evlaki

1971’de babası Nasır el-Evlaki’nin akademik faaliyetleri esnasında ABD’de Güney Yemenli bir ailede doğan Enver el-Evlaki 1978’de ailesiyle beraber Yemen’e döndü. Nasır el-Evlaki Ali Abdullah Salih yönetiminde bir dönem tarım bakanlığı bir dönem de San’a Üniversitesi’nin rektörlüğünü yaptı. 2007-2011 dönemi Yemen başbakanı Ali Mucavir, Evlakilerin akrabasıydı.

ABD doğumlu olduğu için ABD vatandaşı da olan Enver el-Evlaki 1991’de üniversite eğitimi için ABD’ye yerleşti. 1993’te Komünist rejiminin yeni yıkıldığı, Taliban’ın henüz ortaya çıkmadığı ve gruplar arasında iç savaşın sürdüğü bir ortamda Afganistan’ı ziyaret etti.

Üniversitenin ardından ABD’de ‘davet’ faaliyetlerine girişti. 1996-2000 döneminde California’da imamlığını yaptığı mescidde verdiği, kayıt altına alınan derslerle ünlendi. 2000-2002 döneminde ABD’de çeşitli camilerde görev yaptı.

11 Eylül saldırılarının ardından, bu saldırılarla ilişkili olduğu iddiaları Evlaki’yi ABD’de tehdit altına soktu. Bu dönemde bazı ABD’li yayın organları Evlaki’yi ‘terörist’ ilan ederken bazıları da terörle ilgisi olmayan biri olduğunu belirttiler.

2002’de Evlaki, İngiltere’nin ABD’den çalışmaları için daha uygun bir yer olacağı kanaatiyle İngiltere’ye yerleşti. Burada da mescidlerde vazife yapmakla beraber 11 Eylül atmosferinin baskısını gördüğü için Yemen’e yerleşmeye karar verdi.

2004’te Abdulmecid Zindani’nin İman Üniversitesi ile anlaşarak burada çalışmak üzere Yemen’e döndü. Fakat 31 Ağustos 2006’da Yemen’de tutuklandı. Tutukluluğu esnasında işkence gördü ve Yemen’in ABD ile süren iş birliği çerçevesinde CIA ajanlarınca da sorgulandı. Aralık 2007’de serbest bırakılınca babasının memleketi olan Güney Yemen’deki Şabva Dağı’ndaki Said köyüne çekildi. Evlaki’nin 2009 başında aynı dönemlerde Güney Yemen dağlarında örgütlenen El Kaide’nin Arap Yarımadası koluna katıldığı tahmin edilmektedir. Aralık 2009’da ABD ve Yemen tarafından arananlar listesine eklenen Evlaki 2010 yılında videolarla kamuoyuna seslenerek ABD’ye karşı savaş çağrısı yapmıştır.

5 Mayıs 2011’de Güney Yemen semalarında uçan ABD drone’ları Evlaki’yi hedef almış ama Evlaki bu saldırıdan sağ olarak kurtulmuştur. 30 Eylül 2011’de ABD drone’larınca vurulan Evlaki hayatını kaybetmiştir. Dönemin ABD başkanı Barack Obama bu saldırının ardından özel açıklama yapmıştır.

Arap Baharı ve Yemen

Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı 2011 yılının Ocak ayı sonunda Yemen’e de sıçradı. Yemenliler Ali Abdullah Salih’in 33 yıldır iktidarda olmasından, fakirlikten, yolsuzluktan, adaletsizlikten ve benzeri problemlerden şikayetçiydiler. Sokaklara dökülen kalabalıklar Salih’in istifasını istedi ama Salih görevi bırakmayacağını açıkladı.

Fakat yüz binlere ulaşan kalabalıkların pes etmemesi üzerine Mayıs-Haziran 2011’de San’a’da kalabalıklarla hükümet güçleri arasında büyük çatışmalar yaşandı, hükümet güçleri olayları bastıramadı. Bu olaylar esnasında Yemen’in diğer şehirlerindeki hükümet kontrolü zayıfladı. Kuzey Yemen’de Husiler, Güney Yemen’de El Kaide ilerlerken şehir merkezleri de zamanla protestocuların denetimine geçti. Mart 2011’de Husiler 1 hafta süren bir savaşla Sa’da şehrini ele geçirdiler.

Haziran 2011’de Ali Abdullah Salih sarayına isabet eden bir bombayla yaralandı. Suudi Arabistan’ın devreye girmesiyle Salih tedavi için Suudi Arabistan’a yerleştirilirken yönetim fiilen Suudilere yakın bir isim olan Güney Yemenli yardımcısı Mansur Hadi’ye (1945-) geçti. 27 Şubat 2012’de Salih’in Suudilerce istifaya zorlanmasıyla Hadi cumhurbaşkanı oldu. Bu karar rejim değişikliği isteyen tüm muhalif kesimlerin tepkisiyle karşılandı.

2012-2014 döneminde güneyde El Kaide, kuzeyde Husiler ilerlemeye devam ettiler. 2014’ten itibaren Yemen’de IŞİD varlığı da ortaya çıktı ve El Kaide-IŞİD Savaşı yaşandı.

Husilerin Dammac Darulhadis’ini yok etmesi (Ocak 2014)

Husilerin 2011’den itibaren Sa’da’da iyice alan hakimiyeti kurmaları İran’dan yardım almalarını kolaylaştırdı. Husiler Sa’da şehrini ele geçirdikten sonra bu şehre yakın olan ve bölgede Sünniliği yayan Dammac’daki Darulhadis’i ortadan kaldırmayı hedeflediler. Ekim 2011’de Husiler Dammac’ı kuşattı. Dammac Darulhadis’inin elinde ciddi miktarda silah bulunmuyordu. Çevreden Sünnileşen aşiretler ve bölgeye sızabildiği kadar Güney Yemen’deki El Kaide, Husilere karşı Dammac’daki gruplara destek verdi.

Dammac’da bu dönemde yerli 10-15 bin nüfusa ilave olarak Darulhadis’te pek çok ülkeden çok sayıda öğrenci bulunuyordu. Bu sebeple halkın hedef alındığı ve gıda sokulmasına dahi izin verilmeyen Dammac Kuşatması uluslararası bir soruna döndü. Örneğin pek çok vatandaşı Dammac’da bulunan Endonezya kuşatmanın kaldırılması için dahil oldu. Artan bu tip baskılar ve El Kaide’nin dahil olmasıyla Aralık 2011’de Husiler Dammac Kuşatması’nı kaldırdı.

2012’de Dammac’a yönelik yeni Husi saldırıları yaşandı. Ekim 2013’te ise Husiler daha iyi hazırlanmış olarak ve kararlı bir biçimde Dammac saldırısını başlattılar. Tamamen kuşatılan Dammac’da gıda stokları bittiğinden Ocak 2014’te Dammaclılar teslim oldu. Darulhadis tüm öğretmen ve öğrencileriyle Dammac’ı terk etti.

Mukbil bin Hadi öncesinde tamamı Zeydi olan Dammaclılar 1980’den itibaren çoğunlukla Sünnileşmişti. Zeydi kalan azınlık da Husiler yerine Sünnileri tercih etmekteydi. Bu sebeple Dammaclıların çoğu da Dammac’ı terk etti. Husi güçleri Dammac’ı yağmaladı ve tahrip etti. Sa’da’da Sünnileşmenin sembol mekanı olan Dammac Darulhadis’i Husilerce havaya uçurularak tamamen imha edildi.

Demmac Darulhadis’i Husilerce patlatılarak yıkılıyor

Yemen İç Savaşı (Şubat 2014-)

Yemen İç Savaşı’nın başlangıç tarihini kimi uzmanlar 2011 olarak baz alsalar da çoğunlukla tercih edilen görüş Şubat 2014’e kadar yaşananların Yemen Krizi olduğu, savaşın bu tarihte başladığı yönündedir.

Dammac’ı alarak Sa’da’yı tamamen ele geçiren, çevre bölgelerde de hakimiyet alanlarını ele geçiren Husiler Şubat 2014’te başkent San’a’yı almak üzere harekete geçtiler, böylece Yemen’de yoğun bir savaş başladı. Merkezi hükümet zayıfladığından ve hükümetin bazı unsurları da Husilerin safına geçtiğinden Eylül 2014’te Husiler savaşarak başkent San’a’yı ele geçirmeyi başardılar. Mansur Hadi bunun üzerine Aden’i başkent edindi.

Bu süreçte Ali Abdullah Salih Yemen’deki ve özellikle San’a’daki ağlarıyla Husileri destekledi.

Yemen İç Savaşı Haritası (Şubat 2014-Eylül 2020)

Aynı dönemde Yemen’deki El Kaide aynı anda Hadi güçlerine, Husilere ve IŞİD’e karşı savaşırken Aden çevresinde Ali Abdullah Salih yanlıları da Hadi güçleriyle çatışmaya başladılar. Bu dönemde Suudi Arabistan Hadi’yi desteklemeyi sürdürdü.

Husilerin Suudi Arabistan içlerine saldırılar düzenlemeleri ve güneye ilerleyip Aden’e dayanmaları üzerine Mart 2015’te Suudi Arabistan doğrudan savaşa müdahil oldu. Suudi Arabistan’ın saldırısı Husi güçlerinin Aden kapılarından çekilmesine neden olduysa da zorlu Kuzey Yemen coğrafyasında Suudi Ordusu ciddi bir ilerleme gösteremedi. İlerleyen tarihlerde Husiler İran’dan edindikleri drone ve füzelerle sık sık Suudi Arabistan’ın muhtelif mıntıka ve şehirlerini vurdular. Suudi müdahalesi Güney Yemen’de artan El Kaide varlığını da hedef alıyordu. Husi-Hadi Cephe Savaşı ise büyük ölçüde kilitlendi, iki taraf da ciddi ilerleme gösteremediler.

Nisan 2015’te El Kaide Güney Yemen’in liman şehirlerinden, Hadramevt’in merkezi ve yarım milyon nüfusa sahip Mukalla şehrini ele geçirdi. Batı basınında Mukalla’nın “dünyada El Kaide’nin elindeki en büyük yerleşim birimi” olduğu işlendi.

Birleşik Arap Emirlikleri Yemen Savaşı’nda git gide artan bir rol üstlendi. BAE Mukalla’dan El Kaide varlığının çıkarılmasını önceledi. ABD, Suudi Arabistan, BAE, Hadi güçleri 2015 sonundan itibaren Mukalla’yı almak üzere saldırılarına başladılar. Mart-Nisan 2016’da yaşanan şiddetli savaş ve bombardımanın ardından El Kaide güçleri şehir savaşına girmeyip “Mukalla halkının daha fazla zarar görmesini istemedikleri” gerekçesiyle Mukalla’yı boşaltıp dağlara çekildiler.

2017’de Aydarus Zubeydi öncülüğünde Güney Yemen’in bağımsızlığını hedefleyen yeni bir güç olarak ‘Güney Geçiş Konseyi’ savaşa dahil oldu, Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenmeye başlandı. Yıl sonundan itibaren Aden ve Güney Yemen’de alan tutmaya başladı. Yapı zamanla Sokotra Adası’nı da ele geçirecekti.

2016’da Suudi Arabistan’a ve Hadi güçlerine karşı Husilerle beraber savaş açtığını duyuran Salih, Husi kontrolündeki San’a’ya yerleşti. Fakat siyasete tekrar karışma çabaları onu Husilerle karşı karşıya getirdi. Salih yanlılarıyla Husi güçleri arasında Kasım-Aralık 2017’de çıkan çatışmalarda Ali Abdullah Salih öldürüldü, güçleri yenildi.

Savaş ilerleyen yıllarda da bu minvalde ilerledi. ABD eski başkanı Donal Trump’ın yürürlüğe soktuğu Husileri terör örgütü ilan eden karar Ocak 2021’de göreve başlayan yeni ABD başkanı Joe Biden tarafından kaldırıldı.

Türkiye’nin Yemen İç Savaşı’ndaki tutumu

Mart 2015’te Suudi Arabistan’ın da içinde bulunduğu koalisyon Husilere karşı hava harekatlarını başlattığında o dönem Suudi Arabistan ile iyi ilişkiler içinde bulunan Türkiye bu operasyonu ve Suudi Arabistan’ı desteklediğine, harekata lojistik desteğe hazır olduğuna dair açıklamalar

2017’de Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin bozulmaya başlamasıyla Türkiye Yemen İç Savaşı’nda taraf tutar açıklamalar yapmadı. Türkiye’nin resmi açıklamalarda Yemen genellikle yer almadı, aldığında da iki taraf da eleştirildi.

2021 başında Türkiye ve Suudi Arabistan ilişkilerinde görülen yumuşama ile Türkiye’nin Yemen İç Savaşı’nda Husiler karşısında dahil olabileceği konuşulmaya başlanmıştır. Türkiye’nin bölgeye Suriyeli muhalifleri gönderebileceği öne sürülmektedir.

Savaşın yıkımı ve insan hakları ihlalleri

Yemen’de 2011’den bu yana şiddet olaylarında 100-200 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Zaten öncesinde de fakir bir ülke olan Yemen bu savaşla daha da fakirleşmiş, gıda kıtlığı daha da artmış ve kolera gibi salgın hastalıklar ortaya çıkmıştır.

Husiler de Suudi ve BAE Cepheleri de Yemen’de insan hakları ihlalleriyle suçlanmaktadır. Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon hava saldırılarıyla halkı ayırt etmemekle suçlanmaktadır.

Husiler ise ele geçirdikleri bölgelerde Sünnilere ve hatta ideolojilerini kabul etmeyen Zeydilere yönelik katliam ve göç ettirme politikalarıyla suçlanmaktadırlar.

Tutuklulara işkence iki tarafa da yöneltilen suçlamadır. Husilerin San’a ve hakim olduğu diğer mıntıkalarda Sünnileri tutuklayıp işkence yaptığı, Sünni kadınlara tecavüzü bir silah olarak kullandıkları Suudi ve BAE destekli güçlerin de aynı yöntemleri muhaliflerine, tutuklulara kullandığı belirtilmektedir. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri istihbaratının Mukalla şehri halkını El Kaideli olmakla suçlayıp, gelişigüzel tutuklayıp işkence ve tecavüzden geçirdiği belirtilmektedir.

Yemen tarihi ile ilgili genel bir değerlendirme

Arap Yarımadası’nın orijinal bir coğrafyası olan Yemen zaman zaman bu yarımadanın nispeten müreffeh bir yöresi olsa da 20. ve 21. yüzyılda anıldığında akla fakirlik gelen bir coğrafya olmuştur.

Tarih boyunca Yemen bölgeye dışarıdan gelen güçlerce elde tutulması zor bir coğrafya olarak dikkat çekmiş, dışarıdan gelen pek çok güç yerli halkı itaat altına almak için giriştiği askeri harekatlarda ağır zayiat verip zamanla Yemen’i elde tutmaktan vazgeçmiştir. Kuzey Yemen tarihine damgasını vuran Şii-Zeydilik, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Sünnileşme ve Şii-Caferileşme karşısında gerilemeye girmiştir. Kuzey ve Güney Yemen arasında tarihten gelen önemli farklar 1990’daki birleşmeyle tam olarak aşılamamıştır.

Fakir ama geleneksel değerlerine bağlı, silahlı, dayanışmacı Yemen halkı dağlık coğrafyalarına dayanarak dış müdahaleler karşısında hep ‘çetin ceviz’ olmuştur. Bu sebeple Yemen halkının en azından bir kısmı tarafından destek bulmayan bir dış müdahalenin Yemen’de gelecekte başarı şansı görülmemektedir.

Kaynak: Mepa News Akademi

*Yayınlanan haberlerde yer alan düşünceler ve ortaya konulan fikirler veya kişiler Mira Haber’in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlginizi Çekebilir

Yasa dışı Yahudi işgalciler bedevi topluluğa saldırdı

Yahudi işgalciler, Batı Şeria’da iki Filistinli bedevi topluluğa saldırırken Filistin Dışişleri Bakanlığı, saldırıları “ABD’nin Filistinlilere …

biden-kongreyi-es-gea-erek-a-srail-in-imdada-na-yetiati-01

Arap Amerikalılardan Biden’a Gazze tokadı!

ABD’de Arap toplumun önderleri, Biden’ın kampanya direktörü ile Dearborn’da cuma günü yapılması planlanan toplantıyı iptal …