Koronavirüsü sosyolojik boyutta yorumlayan Ağcan, salgının siyasal anlamı için hem tarihi-sosyolojik hem de ahlaki-normatif boyutlarını, virüsün ortaya çıkışı ve salgına dönüşmesinde rol oynayan faktörleriyle birlikte değerlendiriyor.
Perspektif / Muhammed Ağcan
Covid-19 ve Kozmopolitan Muhayyile
Çin’de ortaya çıkan Covid-19 virüsü kısa bir süre içinde tüm dünyaya yayılarak küresel bir salgına dönüştü. Coğrafya, din, ulus, statü, gelir seviyesi, sınıf ve benzeri bütün farklılıkları “eşitleyerek” yerküre üzerindeki herkesi doğrudan tehdidi altına aldı. Şüphesiz eşitsizlikler (sosyo-ekonomik koşullar) ve farklılıklar (etnisite, din, yaş vb.) bu tehditle mücadelenin niteliğini etkileyen faktörler arasındadır. Böyle olmakla birlikte salgın, ortak bir deneyim temelinde insanlığı bir bütün olarak yaşamın kırılganlığıyla yüzleştirdi. Ne var ki küresel bir olay, yapı ve deneyim olmasına rağmen farklı coğrafya ve ülkelerde mukabil bir bilinç ve siyasal-kurumsal karşılık yaratmadı. Uluslararası toplum dayanışma ve işbirliği sergileyemedi, uluslararası kurumlar kolektif hareket etmeyi sağlayacak mecra ve politikaları üretemediler. Devletler, istisnai durumlar olmakla birlikte, salgınla mücadeleyi sınırları içine kapanarak ve kendi kapasitelerine dayanarak yürütmeyi tercih etti.
Peki, virüsün yaygınlaşmasını sağlayan küresel nedenler/koşullar ve bu küresel salgınla mücadele için gerekli bilgi, kaynak-malzeme ve deneyimin uluslararasılığı açıkken, uluslararası toplum niçin ortak bir cevap geliştiremedi? Küresel kapsam ve etkiye sahip olan bir sorun, neden küresel düzeyde şekillenen bir kolektif siyasal eylem ve yönelimin konusu olamadı? Ahlaki ve toplumsal biraradalığımızı açığa çıkaran bir deneyim, niçin ulus-ötesi bir siyasal tercümenin konusuna dönüşmedi? Nasıl bir perspektif bu deneyime içkin ahlaki-siyasal imkânları yorumlamaya izin verir? Bu anlamda Covid-19 bize, yerküre üzerindeki mukim insanlara, siyasal durumumuz hakkında ne söyler?
Küresellik ve Bir Deneyim Olarak Salgın
Covid-19 salgınının olgusal-somut boyutları, küresel niteliğini gözler önüne serer. Virüsün yerküre üzerinde belirli bir yerde başlayıp kesintisiz ve örüntülü bir şekilde yayılarak tüm dünyayı etkisi altına alması, küreselliğin dolayımıyla gerçekleşmiştir. Küresel üretim, tedarik, ulaşım ve ticaret yollarını takip eden virüs, bu anlamda, içiçelik ve bağımlılığın en yoğun olduğu coğrafyaları önceleyerek etki alanını genişletmiştir. Mal, hizmet, veri, fikirlerin anlık dolaşımı ve toplumların yoğun bir bağımlılık ve etkileşim içinde olması salgının yayılmasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca doğanın tahribi, biyoçeşitliliğin azalışı, hayvanların yaşam eko-sisteminin ortadan kaldırılması gibi sebepleri ve sonuçları itibarıyla küresel olan faktörler de virüsün ortaya çıkışı ve salgına dönüşmesinde doğrudan veya dolaylı rol oynamıştır.
Dahası virüsle mücadele için gerekli malzeme, teknoloji, beceri, deneyim ve bilimsel bilgi tek bir ülkenin denetim ve sahipliğinin oldukça uzağında; küresel ölçekli üretimi, işbirliğini, kanal-ağı, paylaşımı ve öğrenme sürecini zorunlu kılmaktadır. Örneğin; malzeme ve teknoloji açısından bakıldığında ülkeler maske, eldiven, dezenfektan gibi en temel ürünlerden vantilatör ve yoğun bakım ünitesi gibi teknik ekipmanlara kadar birbirine muhtaç durumdalar. Keza ilaç, aşı ve virüse ilişkin bilimsel bilgi için devletlerin ve uluslararası kurumların işbirliği, paylaşım ve dayanışması kaçınılmaz. Aynı şekilde salgınla mücadelede izlenecek yol, alınacak tedbir ve uygulanacak politikalarda dahi devletler birbirinden öğrenmek, deneyimlerini paylaşmak durumunda kalmıştır.
Salgının küresel mahiyetinin bu apaçık maddi-somut boyutları, aslında deneyim ve bu deneyime eşlik eden anlam yapısı açısından ayrıca yorumlanmalıdır. Dünyanın farklı coğrafyalarında etnik, kültürel, dini, sınıfsal olarak birbirinden farklı kimliklere, yaşam dünyalarına ve sosyalliklere sahip insanlar, ortak bir risk ve tecrübede birleştiler. Çıplak gözle görülemeyecek derece küçük bir virüs, sınır ve engel tanımaksızın ve ayrım yapmaksızın herkesi ölümle yüz yüze getirdi. Alışageldiğimiz yaşam kesintiye uğradı; sevdiklerimiz, dostlarımız ve toplumumuzdan ayrı düştük; rutinlerimizi, meşguliyetlerimizi, işlerimizi ve eğitimimizi askıya aldık, kısacası bildiğimiz şekliyle hayatımız ters yüz oldu. Normal hayatın yapı, pratik ve normlarının sunduğu güven, kesinlik, normallik ve istikrar duygusu sarsıldı.
Virüs; hayatın, insan yapımı medeniyetin kırılganlığını ve savunmasızlığını gösterdi. İnsanın ontolojik anlamda fani, muhtaç ve kırılgan bir varlık olarak ölümle birlikte yaşadığını hatırlattı. Ve ölümlü varlıklar olarak insanlar, hangi din, kültür, statü ve sınıf aracılığıyla kendini tanımlarsa tanımlasın, böyle bir ontoloji dolayımıyla eşitlendi. Dahası doğayla ve diğer canlılarla karşılıklı bağımlılığımızın, bu kırılganlık ve fanilik deneyiminin ayrılmaz bir parçası olduğu anlaşıldı. Nihayetinde yerküre üzerinde öteki/başkaları ile birarada varoluşumuzun bu kırılgan ve bağımlı niteliğinin, küresel siyasal durumumuzun derin yapısını oluşturduğuna şahitlik ettik.
Bu derin yapı, insanlığın bir bütün olarak kırılgan ve geçici varlığını; doğa ve diğer canlılara organik bir şekilde bağlı kozmopolitan bir yaşam dünyasını ima eder. Dünyanın mevcut jeo-kültürel, ekonomik ve siyasal çoğulluk ve farklılığı, bu ahlaki-felsefi ontolojik durumla koşullanmakta ve dolayısıyla buna uygun bir siyasal muhayyileyi mümkün ve gerekli kılmaktadır.
Parçalanmış Kamusallık ve Siyasal Fail Arayışı
Ne var ki devletler, uluslararası kurumlar ve uluslararası toplum; küresel salgınla mücadelede sorunun yapısına uygun ortak bir kriz yönetimi sergileyememiş ve birlikte hareket etmeyi başaramamıştır. Devletler, virüs tehdidi kendi topraklarına gelene kadar refleks gösterememiş, salgınla kendi sınırları içinde kalarak mücadele etmeyi seçmiş ve bunu daha çok milli güç ve kapasitesi aracılığıyla yürütmeyi tercih etmiştir. Hatta devletlerin kendi başına hareket ettikleri bu süreç, jeopolitik güç mücadelesine (örneğin ABD ve Çin) dönüştürülmüştür. Bu yöndeki eğilim, farklı coğrafya ve konularda güçlenerek devam edecek gibi durmaktadır.
BM ve DSÖ gibi uluslararası kurumlar; devletlerin tekil politikalarından ötesinde küresel ölçekli mücadele stratejileri, kaynak ve kanal yapımı, kolektif eylem seçenekleri veya politika oluşturma gibi uluslararası siyasette failliklerinin gereği olan ve küresel siyasetin yapısal koşullarının (kısıtlı da olsa) onlara sunduğu imkânları yeterince kullanamamıştır. Bu devletlerarası kurumlar; devletlerin tekil güç, çıkar ve politikalarını küresel bir krize etkili bir karşılık olacak ortak bir politika çerçevesi altında birleştirememiştir. Nitekim AB gibi görece daha sağlam kültürel ve ekonomik temellere dayanan bir politik aktör dahi bölgesel düzeyde, bazı zayıf mekanizma ve işbirliği girişimleri dışında, güçlü bir kolektif irade oluşturamamış ve etkili mücadele stratejisi geliştirememiştir.
Küresel sivil toplum da bu süreçte etkisiz kalmıştır. Küreselleşmenin imkân ve olanaklarını kullanmakla ön plana çıkmalarına rağmen bu imkân ve olanakları, küresel bir sorun sözkonusu olduğunda bireysel ve siyasal kimliklerinin ötesinde ortak çıkar ve duyarlılığa tercüme etmek için yorumlayamamıştır. Bunda sivil toplum örgütlerinin uluslararası ilişkilerde siyasal aktörlüğünün sınırlı olması kadar kapasitelerinin küresel krizlerle baş edecek yeterlilikte olmamasının da rolünü kaydetmek gerekir.
Bu tablo, siyasetin küresel ölçekte somutlaşması, uygulaması ve deneyiminin cari ve yapısal gerilimlerini ortaya koyuyor: Devletler, siyaseti kendi sınırlarıyla kayıtlı kabul etmekte, ulus-aşırı sorun ve meseleleri kamusal ve siyasal anlama sahip görmeyip daha çok güç ve çıkar çekişmesinin parçası olarak değerlendirmektedir. Devletlerin bu noktadaki refleksi, hâlihazırda kendilerinin siyasal aktörlüğü dolayımıyla şekillenen uluslararası ilişkilerin pratik ve söylemini, cari yapısı ve işleyişiyle birlikte yeniden üretmeye dönüktür.
Bu bağlamda ulus-devletlerin siyaseten belirleyiciliği, tikel bir ahlak nosyonu ve sınırlı bir toplumsallık fikri ile meşrulaştırılmaktadır. Toplum, siyaset ve etik, ulusal temelde devletle özdeşleştirilmektedir. Böylece küresel düzeydeki ilişki, sorun, yapı ve deneyimler, sosyal ve etik anlamını yitirmekte; siyasal ve kamusal yoruma konu edilmemektedir. Örneğin; ekonomik ilişkilerin yarattığı eşitsizliğin ve refahın bölüşümü, toplumlar arası etkileşim ve karşılıklılığın olası risk, imkân ve zararlarının (demokratik) yönetimi, doğa ve çevrenin adil ortak kullanımı, savaş ve çatışmanın kural ve etiği gibi sorun alanları, çoğu zaman topluluklar arası siyasal tartışmanın dışında kalmaktadır. Demokrasi, adalet, eşitlik, ekolojik denge vb. meselelerin toplumlar arası ilişki açısından siyasal anlamı ihmal edilirken uluslararası ilişkilerde sivil toplum veya ulus-ötesi yapıların siyasal aktörlüğü kısıtlanmaktadır.
Nihayetinde toplumlar arası ortak bir deneyim konusu olan kamusal bir sorunu, küresel düzeyde siyasal söyleme tercüme edecek ve mümkün en kapsamlı kolektif irade oluşumunu sağlayacak köprüler kurulamamakta; bu tür siyasal vasat ve koşulları yaratacak aktörlüğe imkân tanınmamaktadır.
Kozmopolitan Muhayyilenin İmkânı
Kozmopolitan muhayyile, bu yüzden, Covid-19 salgınının siyasal anlamı için hem tarihi-sosyolojik hem de ahlaki-normatif gerekçelere sahip gerçekçi bir seçenek olarak üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Toplumlar arası etkileşim, bağlantı ve paylaşımın küresel yoğunluğu, hızı ve kapsamı (her ne kadar eşitsiz, kesintili ve farklılaşan bir örüntü oluştursa da) çağdaş zamanların ayrıksı sosyolojik olgusudur. Bu olgusal-somut durum; kendine özgü uygulama, kurum, norm, fikirler, kültürel-sembolik temsiller ve iktidar ilişkileriyle, cari tarihsel yapıyı şekillendirmektedir. Virüs, böyle bir tarihi-toplumsal bağlam içinde ortaya çıkıp yayıldı ve kendine özgü sonuçlar üreterek küresel bir deneyim konusu hâline geldi. Covid-19’u hem tarihteki diğer salgınlardan ayıran karakteristiğini ve hem de biyolojik-tıbbî bir mesele olmanın ötesindeki niteliklerini anlayabilmemiz, bu küresel tarihi-sosyolojik bağlamı dikkat almakla mümkündür.
Ayrıca küresel bir sosyal deneyim konusu olarak Covid-19, ahlaki anlamları ihtiva eder. Yukarıda değinildiği üzere virüsün ölümcül tehdidiyle karşı karşıya kalan insanlar, sahip oldukları dünya görüşleri, dini-kültürel kimlikleri, sınıf ve statüleri vb. faktörlerde temellenen farklılıkları aşan (yok sayan değil!) bir deneyim yaşadılar. Bu deneyim, insanlığın bir bütün olarak ortak ahlaki-ontolojik mahiyetini açığa vurup belirginleştirdi. İnsanların, kendilerini farklılaştıran ve ayrıştıran bütün etmenlere rağmen, kırılgan, fani, savunmasız varlıklar olmak bakımından birlikte, bağımlı ve eşit oldukları açığa çıktı. Bu varoluşsal durum; karşılıklı ilişkiyi, mekânsal-zamansal bir biraradalığı ve ortak bir kamusallığı içerdiği ölçüde etik-siyasal bir anlama da işaret eder. Kozmopolitan muhayyile, böyle bir ontolojik ve ahlaki duyarlılıkla irtibatlı etik-siyasal tavır şeklinde yorumlanırsa, Covid-19’un açığa çıkardığı küresel siyasal gerilimlere ve sorunlara karşı başvurulacak bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
Kozmopolitan muhayyile, genelde ilk akla geldiği ve yaygın anlaşılan şekliyle, kapsamlı-güçlü bir ahlaki-felsefi dünya görüşüne dayanan ve belirli bir kurumsal-yasal söylemin kural koyuculuğu altındaki siyasal-ideolojik bir tavır değildir. Yerel, topluluk ve ulusal aidiyet çerçevelerini ve bu türden belirli sosyo-politik topluluklar dolayımındaki sorumluluk, duyarlılık ve bağlılıkları yok sayan soyut, tektipleştirici, tarafsız analitik bir kavrayışa da işaret etmez. Bu anlamda küresel siyasetin cari aktör, uygulama, norm ve yapı terkip ve örüntüsünü (kısacası ulus-devlet merkezli bir uluslararası siyasal düzen ve onun baskın işleyiş mantığını) kategorik olarak reddederek yerine bir dünya devleti fikrini önermez.
Kozmopolitan muhayyile, burada teklif edilen yorumu özelinde, yukarıda belirtilen ortak deneyimde somutlaşan bir onto-ahlaki yorumlamayla muhtelif tikel kimlik, söylem ve eylemleri, daha geniş küresel tarihi-sosyolojik ve ahlaki-normatif bağlamına oturtarak meşruiyet sorgulamasına ve eleştirel kavrayışına imkân tanır. Tikel topluluk aidiyetlerimizi, daha geniş bir kozmopolitan toplulukla, bu düzlemdeki bir bilinç ve deneyimi mümkün kılacak şekilde irtibatlandırır. Küresel kamusal yaşamın temel sorun ve meselelerinin; farklı kimlik ve anlayışların mutabakat, çekişme, diyalog gibi farklılaşan tavırlara açık bir süreç içinde yorumlanıp belirlenebilmesini amaçlar. Bu tavrın ahlaki ve siyasal muhtevası; baştan verili, belirlenmiş ve tanımlanmış değil, öğrenilmesi, geliştirilmesi ve inşa edilmesi gereken bir uygulama ve yorumlamayla şekillenir. Siyasal öznesi, küresel sorunların siyasal tercümesini yapmayı, uygun vasat ve köprüleri oluşturmayı kamusal sorumluluğu olarak görür.
Bu anlamda kozmopolitan muhayyile; siyasal toplulukların küresel birlikteliğinin ve bağımlılığının ahlaki koşullarına duyarlılık kazandırır. Toplumlar arası ilişki, uygulama ve yapıların demokratik yönetimi; risk ve zararlarının ortak sorumluluğu, refah ve olanakların adil bölüşümü gibi ulus-aşırı kamusal meselelerinin siyasal tercümesine imkân tanır. Devletlerin tikel çıkar ve güvenlik kaygılarını; çoğul ve farklı aktörleri ihtiva eden daha geniş bir etik-siyasal muhayyile içinde oluşturmasını telkin eder. Bu perspektif; demokrasi, adalet, eşitlik gibi temel değerlerin; farklı ve çoğul aktörlerin yorumları doğrultusunda küresel siyasete tercümesini amaçlar. Devletleri, “iyi vatandaşlar” olarak aktörlüklerini yeniden düşünmeye zorlarken uluslararası kurumları ve sivil toplumu küresel siyasetin eşitlikçi, farklılığa duyarlı ve adil yönetimine katar.
Salgın sonrası dünyanın başlıca ödevlerinden biri, böyle bir muhayyilenin oluşturulmasını siyasetin pragmatik, dışlayıcı ve parçalanmış gündemine dahil etmek olmalıdır.