…
“Çöl hayatını ve onu yaşayıp deneyimlemeyi hep hayal etmişimdir.
Bana göre Bedevi yaşamı, özgürlük, doğal zekâ ve modern endüstriyel medeniyetin hastalıklarından, fatura ödeme baskısından, hava kirliliğinden ve koruyucu maddelerle kirlenmiş gıdalardan uzak, bizi iyileştiren sade bir yaşam demektir.
İsrail’in Gazze’de devam eden soykırım savaşından önce, akşamları ailemle birlikte televizyonun karşısına oturup çöldeki yaşamın sadeliğini güzelleyen bir Bedevi dizisi izlerdik.
Program, çölün kalbindeki vahalarda yaşayan, basit evler inşa eden, keçi, deve, at ve tavuk yetiştiren kabileleri anlatıyordu. Birisi dolaşmak istediğinde, sadece atına biner ve çölün uçsuz bucaksız kumları boyunca yol alırdı.
Bedevilerin pasaport veya transit vizeye ihtiyacı yoktu çünkü toprakları geniş ve sınırsızdı. İnsanlar tarım ve hayvancılıktan ürettikleri şeylerle geçiniyorlardı.
Modern yaşamın gerektirdiği evler, arabalar ve mobilyalar için taksit ya da banka borçları yoktu. Bir kişi, mevcut kumaş veya deriyi kullanarak evini bir saat içinde inşa eder ve taşınma zamanı geldiğinde aynı sürede sökerdi.
İzlerken kendi kendime, modern hayatın bazı rahatlıklarından vazgeçmenin, özgürlük ve sadelik dolu bir hayat karşılığında ödemeye razı olacağım bir bedel olduğunu söylerdim.
Evet, elektriksiz yaşıyorlar. Ama geceleri ay ve yıldızlarla birlikte ayakta kalıyorlar.
Evet, sıcağı savuşturmak için klimaları veya elektrikli vantilatörleri yok. Ama esintide kendilerini nasıl serinleteceklerini öğreniyorlar.
Evet, yiyecek saklamak için bir buzdolabı yok. Ama bunun yerine kendi yetiştirdikleri şeyleri yiyorlar.
Evet, telefonları veya internetleri yok. Ama sosyalleştikleri toplantıları, arkadaşlıkları ve toplulukları var, eğer biri ihtiyacından fazlasına sahipse, bir şirketle veya hükümetle değil, komşularıyla pazarlık yapıyorlar.
İşte özgürlük budur.
Radikal değişim
Bu soykırım savaşının ilk gününden bu yana Gazze’deki yaşam tarzımız kökten değişti.
İsrail , Gazze Şeridi’ne başından itibaren sıkı bir abluka uyguladı, hastaneleri bile kuşatma altına aldı , temel yaşam malzemelerinin girişini yasakladı .
Yüzeysel olarak bakıldığında bizim hayatlarımız ve Bedevilerin hayatları birbirine benziyordu.
Elektrik veya jeneratörleri çalıştıracak yakıt olmayınca, insanlar modern aydınlatmanın rahatsız etmediği, sadece ayın gökyüzünü aydınlattığı zifiri karanlık bir geceye alışmış oldular.
Yakıt olmayınca trafik de olmuyor. Arabalar yerine insanlar artık eşeklerin veya atların çektiği arabaları kullanıyor.
Buzdolapları bozuldu ve insanlar atalarının yemek pişirme ve hazırlama yöntemlerine geri döndüler – eğer bulabiliyorlarsa.
Isıtıcılar kışın çalışmıyor. Yazın ise klima yok. Gazze halkının artık ağır battaniyeler kullanmaktan başka soğukla başa çıkmak için bir seçeneği yok. Sıcakla başa çıkmak için üzerlerine ne kadar su varsa dökmekten başka bir seçenekleri yok.
İnsanlar derinden basitleştirilmiş bir hayata geri döndüler. Akan su yok ve her gün, genellikle uzun mesafeler ve yorucu kuyruklarda uzun beklemeler gerektiren, ev içi kullanım ve içmek için birkaç galon su temin etme arayışıyla şekilleniyor.
Çoğu insan evlerini kaybederken, 7 Ekim’den bu yana Gazze’deki evlerin yüzde 70’inden fazlasının yıkıldığı veya hasar gördüğü tahmin ediliyor.
Barınak yok. Bunun yerine çadırlarda yaşıyoruz veya geçici evler inşa ediyoruz. Bazı insanlar çıplak ellerini kullanarak kumda tuvalet kazdılar.
Yakacak odun artık yemek pişirme gazına alternatif olarak kullanılıyor.
Onursuz yaşam
Şubat ayında, İsrail bombalarından kaçan on binlerce kişinin sığındığı Gazze’nin güneyindeki El-Mavasi’ye gittim.
Gördüğüm manzara bana Bedevi hayatıyla ilgili izlediğim televizyon dizisini hatırlattı. Göz alabildiğine uzanan kum tepecikleri üzerine çadırlar kurulmuştu. Kadınlar açık havada elle çamaşır yıkıyor ve çamaşırları iplere asıyorlardı.
Deniz meltemi çadırların ve giysilerin arasından esiyordu.
Kısa bir an için açık havada yaşamanın coşkusunu hissettim. Ama bu elbette bir yanılsamaydı.
Çadırlar o kadar kalabalık ki, insanın kendini boğulacak gibi hissettiği, özgürlük, mahremiyet ve huzur hissini yaşayabileceği alan neredeyse yok.
Yiyecek dağıtım noktalarında kuyrukta bekleyen veya su kamyonu bekleyen kalabalıklar, sade bir yaşamın güzelliklerine dair tüm düşünceleri ortadan kaldırıyor.
Güney yönüne döndüğümde Mısır-Filistin sınırını gördüm. O dönemde –şimdi İsrail ordusu sınırın kontrolünü ele geçirmişti– Mısır ordusu, yerinden edilmiş insanların kitlesel göçünü önlemek için önce demir bir set, ardından da dikenli tellerle bir duvar örmüştü.
Bu, ruhun özlemini çektiği özgürlük hayatı değildir. Bedevi hayatının, insanları yola çıkmaktan alıkoyan sınırları yoktur.
İsrail bize 7 Ekim’den önce kafeslenmiş bir hayatın sefaletini verdi. O zamandan beri bizi basit bir hayatın avantajlarından mahrum etti.
Atalarımızın yaşam biçimleri, kıyı ovalarından Batı Şeria’nın yüksek ve vadilerine kadar her şeyi ve aradaki tüm toprakları kapsayan belirli bir özgürlükle yankılanıyordu.
İsrail’in bize dayattığı onursuz hayat, her tarafımızı duvarlarla ve çitlerle çevreliyor.
Ruhumuz yorgun..
Bir zamanlar ektiğimizi, biçtiğimizi yediğimiz, soykırımın tehlikeli çoraklığında, insanlar artık çiftçilik bile yapamıyor.
İsrail’in Gazze’ye yönelik ayrım gözetmeyen yoğun bombardımanı, Gazze’nin tarım arazilerinin büyük bölümünü yok etti ve çevreyi tahrip etti.
Gazze’nin gökyüzü
Antik çağlarda, geceleyin gökyüzüne hayatın anlamı için bakılırdı. Bu yüzden bu savaş gecelerinde, engin gökyüzünü gerçekten hissedebilmek için en azından karanlıktan faydalanacağımı düşündüm.
Ama hemen anladım ki benim gökyüzüm şairlerin ve peygamberlerin gözlemlediği gökyüzüyle aynı değil.
Benimki savaş uçakları, quadcopter insansız hava araçları, gözetleme insansız hava araçları ve F-16 savaş uçaklarıyla dolu bir gökyüzü. Bunlar, 39.000’den fazla insanımın öldürülmesine büyük katkısı olan Amerikan ve İsrail teknolojisinin “harikaları”.
Şairler ve peygamberler bir zamanlar vahiy ve ilham bulmak için gökyüzünü huzurla izliyorlardı.
Bizler korku dolu gözlerle gökyüzüne bakıyoruz.
Bugün bize tek hareket özgürlüğü sunan uzun ölüm konvoyuna katılıp katılmayacağımıza büyük ihtimalle gökyüzünden karar verileceğini biliyoruz.”
Ahmed Ebu Artema, Filistinli bir yazar, aktivist ve Ramle’li bir mültecidir.