20 yuzyilin kemalist turkiye si ve stalin 03
20 yuzyilin kemalist turkiye si ve stalin 03

20. yüzyılın Kemalist Türkiye’si ve Stalin

Rusya’daki Müslümanlar arasında 20. yüzyılın Türkiye’sinin “Kemalist” olduğu yönünde bir efsane dolaşıyor.

Rus Müslümanlar Türkiye’deki orduyu bir tür kolektif Stalin, Kemalizm’i ise Stalinizm olarak yorumluyor.  Peki bu nasıl oluyor?

“Tüm zamanların ve halkların liderleri” nin ruhunda tam bir terör yoktu!

Joseph Stalin, Komünist Parti’de rakiplerini geride bırakarak kontrol için güç mücadelesini kazandı. 1922’den 1953’e kadar 31 yıl boyunca liderlik yapmıştır.

Bu süre boyunca, ülkesini demir yumruk altında tutmuştur. Eleştiriyi vatan hainliği olarak gördü, devlet sistemini sorgulamayı başkaldırı saydı.

Kızıl Ordu tasfiye hareketi Josef Stalin’in parti ve ulus üzerindeki gücünü sağlamlaştırma, parti içindeki siyasi rakiplerin etkisini ortadan kaldırmak için tasarlandı.

Keyfî tutuklama, yargılama ve infaz süreçleri Ağustos 1936’dan Mart 1938’e kadar sürdü.

1920’lerin sonundan itibaren, Joseph Stalin, Sovyetler Birliği’ni bir köylü toplumundan endüstriyel bir süper güce dönüştürmeyi amaçlayan beş yıllık bir dizi plan başlattı.

Kalkınma planı, ekonominin kontrolüne odaklandı. Hükümet çiftliklerin kontrolünü ele geçirmek için harekete geçti ve Sovyet tarımının zorla kolektifleştirilmesi sağlandı.

Stalin, teröre ve ona karşı olabilecek herkesi ortadan kaldırmak için totaliter bir duruş sergiledi. Gizli polisin yetkilerini genişletti, vatandaşları birbirlerini gözetlemeye teşvik etti.

Şehirler onun şerefine yeniden adlandırıldı. Sovyet tarih kitapları ona devrimde daha belirgin bir rol vermek ve hayatının diğer yönlerini mitolojik hale getirmek için yeniden yazıldı.

Ve Türkiye..

1950 öncesi Radikal Kemalizm’i bile bugünkü durum ile özdeşleştirilemiyor. Her şey daha zorlaştı, ordu doz aşımına uğratıldı ve seçimlere, partilere, çoğulculuğa, özel mülkiyete izin verildi.

Anlaşıldığı üzere toplumda bir denge sağlamaya çalıştılar çünkü ülke üzerinde kontrolü sürdürmek kaba kuvvetin yanında başka değerler de istiyordu.

Batı’dan önce, özellikle NATO’ya katılım sağlandı ve sonrasında bir tür demokrasiyi tasvir etmek gerekiyordu.

Yine de Avrupa Birliği’ne katılma beyanı iptal edilmedi.

Bütün bunlar dini muhafazakarlar için bile geçerliydi. Yetkililere belli bir karşılıkla karşılık verdiler.

Evet, zaman zaman yasaklandılar, dağıtıldılar ve şiddetli zulme uğradılar. Ama Milli Nizam, Kurtuluş, Refah gibi partilerini yeni bir isimle yeniden oluşturdular.

Muhafazakar partilerin parlamentoya girmesine her zaman izin verildi.

“Siyasi İslam”ın gurusu Erbakan, 74 yılından 96 yılına ülkenin başına geçene kadar farklı hükümetlerde başbakan yardımcılığı yaptı.

İslamcılar ezici çoğunlukla hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti’ne bu şekilde karşı çıkamadı..

Zaman zaman orduyla ve laiklerle sert bir şekilde çatıştılar ama vatansever ve kararlı devlet adam halinden asla vazgeçmediler.

Türk devleti onlar için en yüksek değerler arasında yer aldı…

Mesela Erbakan, 74. Kıbrıs krizi sırasında kendisini kişisel olarak rahatsız eden yeminli ortaklarına aktif olarak destek verdi.

Bu bağlamda ordu, Erbakan’ın öğrencisi Erdoğan’ın, ülkeyi istediği gibi modernleştirmesine, din alanında bile müdahale etmedi.

2002’den bu yana iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin reformlarını pek çok kişi beğenmedi. Ama genel kitle muhafazakar kesimin geleceği bu noktayı tarihi bir kaçınılmazlık olarak kabul etti.. Din geri planda kaldı..

Muhafazakarlardan hoşlanmamak generallerin zihinlerini meşgul etmedi, gerçekten anlamadılar.. Daha ziyade toplumun ve devletin neye ve kime ihtiyacı olduğu konusuna odaklandılar.

Sonuç olarak Erdoğan ve ordu büyük zorluklarla da olsa ortak bir dil buldu. Ak Parti direnişe yanıt olarak davalar açtı ve bunun sonucunda bazı ordu patronları parmaklıklar ardına düştü.

Ancak, bunun nasıl sağlanacağı konusunda görüşler farklı olsa da herkesin güçlü ve müreffeh bir Türkiye isteği maskesi altında bu konu aşıldı.

Uzun bir süre ordu, ülkenin siyasi sisteminde dengeyi koruyan, hakem olan padişahın yerini aldı, milli ordu hükümet ordusuna dönüştü.

21. yüzyılda ise Türkiye, kişiye özel bir yüce prensip olmadan nasıl yaşanacağını öğrenmeye çalışıyor.

Teorik olarak böyle bir anayasa, seçimler tüm elit tabakanın fikir birliğine varmasını gerekli kıldı.. Tüm anlaşmazlıklara rağmen asıl mesele ve tek ortak nokta ulusal çıkarlar oldu..

Geriye sadece onun anlayışı üzerinde anlaşmak kaldı…

Kaynak: Mira Haber

Öncesi Ermenistan tarafı ateş açtı, 1 Azerbaycan askeri yaralandı
Sonraki Suriye’de aşiretler PKK ve rejime ait noktaları ele geçiriyor