Muhammed Sadık es Sadr kimdir?
Muhammed Sadık es-Sadr (1943-1999), Mukteda es-Sadr’ın babası, Şii Ayetullah el-Uzma, diğer bir ifadeyle taklid mercii, 1993-1999 döneminde Saddam rejiminin desteğiyle Necef Havzası’na liderlik eden, İran rejimi ve yurt dışındaki Irak Şii muhalefetiyle Irak Şiileri üzerinde rekabete giren, Irak’ta Teyyar es-Sadr (Sadr Kanadı) olarak bilinen Sadr Hareketi’nin kurucusu, İran rejimi ve Hakim Grubu ve Dava Partisi gibi Iraklı Şii örgütlerce “Saddam’ın ajanı” olmakla suçlanan, Irak Şiileri arasında halen etkisi süren “seçkinler ve manda çobanlarının rekabeti” çatlağını ve sınıfsal mücadelesini başlatan, 19 Şubat 1999 tarihli bir suikaste kurban giden, alışılmışın dışındaki mercilik kariyeri ve kendisini ortasında bulduğu siyasi ve sosyal çekişmelerden ötürü yakın dönem Irak tarihine damga vuran isim.
Doğumu ve ailesi
Muhammed Sadık es-Sadr 23 Mart 1943’te Necef’te doğdu.
Mensubu olduğu Sadr Ailesi, Osmanlı Devleti döneminde Güney Lübnan’ın Şii yoğunluklu Cebel Amil bölgesinden Irak’a göç eden, 1948’te kraliyet döneminde 5 ay Irak başbakanı olan Muhammed Sadr (1882-1956), Güney Lübnan’da Emel Hareketi’ni kuran Musa Sadr (1929-1978), 1980’de idam edilen ünlü din adamı Muhammed Bakır es-Sadr (1935-1980) ve yine 1980’de idam edilen kızkardeşi Emine Sadr (1937-1980) gibi tanınmış isimler yetiştiren, din adamlarıyla meşhur bir Şii Arap ailesidir.
18. yüzyılda ailenin büyüğü Salih Şerefüddin el-Amili Lübnan’dan Necef’e yerleşmiş olup bu sebeple Sadr Ailesi, Şerefüddin Ailesi olarak da bilinmektedir.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın gerçekte asıl ismi sadece Muhammed olup, Muhammed Sadık es-Sadr ismi aslında, Muhammed Bakır es-Sadr ve Emine es-Sadr’ın kuzeni olan babasına (1906-1986) aittir. Sadr Ailesi’nde Muhammed ismi yaygın olduğundan diğerleriyle karıştırılmaması için Muhammed isminin peşine babasının da eklenerek Muhammed Muhammed Sadık es-Sadr olarak anılmasının getirdiği ikileme zorluğu, onun babasının ismiyle anılması galat-ı meşhuruna yol açmış, meşhur olacağı 90’lı yıllarda aslında babasının ismi olan Muhammed Sadık olarak anılmasına itiraz etmemesiyle bu gerçek pek bilinmemiştir. Babasının tek çocuğudur.
Muhammed (Sadık) es-Sadr’ın babası Muhammed Sadık es-Sadr (1906-1986)
Eğitimi
Molla sınıfının bolca bulunduğu bir aile ve çevrede yetişen Muhammed Sadık es-Sadr da ilkokuldan sonra Necef Havzası’nda molla olmak üzere eğitim almaya yönlendirildi. 1960’da Necef’te daha sistematik bir dini eğitim verilmesi için açılan Necef Fıkıh Külliyesi’nin ilk öğrencilerindendi ve buradan 1964’te mezun oldu.
Necef Fıkıh Külliyesi’nde okuduğu yıllarda Muhammed Sadık es-Sadr
Fıkıh Külliyesi’nde okurken evlendi, Mustafa Sadr (1964-1999), Murtaza Sadr (1968-), Muemmel Sadr (1971-1999), Mukteda Sadr (1973/1974-) isimlerinde 4 oğlu oldu.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın cuma namazlarını kıldırdığı Kufe Mescidi’nde 1998’de bir cuma namazı sonrası çekilen fotoğrafta sağdan sola Murteza Sadr, Mustafa Sadr, Muhammed Sadık Sadr, Muemmel Sadr, Mukteda Sadr.
Muhammed Sadık es-Sadr 1964’te Fıkıh Külliyesi’nden mezun olduktan sonra babasının kuzeni olan Muhammed Bakır es-Sadr’ın derslerine devam etti. Bununla beraber o dönemde 1970’te taklid mercii de olacak olan Bakır es-Sadr’ın önde gelen, tanınan talebelerinden değildi. Necef’te yaygın uygulamanın aksine sadece bir taklid merciinin derslerine katılmakla iktifa etmeyerek Ebulkasım el-Hoyi (1899-1992) gibi Necef’in diğer ünlü taklid mercilerinin de derslerine devam etti. Kendi ifadesine göre 1977 yılında kimseyi taklid etmeyecek, kendi icthad edebilecek seviyeye ulaştı, ki bu bağlamdaki iddialı sözleri 1990’lı yıllarda muhaliflerince alay konusu edilecekti.
Bakır es-Sadr’ın idamı ve Muhammed Sadık es-Sadr’ın inziva dönemi
9 Nisan 1980’de Muhammed Sadık es-Sadr’ın hocası Muhammed Bakır es-Sadr, kızkardeşi Emine es-Sadr ile birlikte Saddam rejimince idam edildi. İdam gerekçesi olarak Bakır es-Sadr’ın rejim değişikliğini hedefleyen ve İran ile ortaklaşa bir silahlı ayaklanma hazırlığında olduğu iddiasıydı. Bakır es-Sadr’ın cesedi Saddam rejimince Muhammed Sadık es-Sadr’ın babasına teslim edildi. Muhammed Sadık es-Sadr 1980’li yıllar boyunca kendi anlatımına göre evinde inzivaya çekilip kitap yazdı, özellikle de 1983’ten Irak-İran Savaşı’nın biteceği 1988’e kadar zorunlu alışverişler ve aylık mollalık maaşını almak üzere Necef’in merkezine gitmesi dışında hep evindeydi. Irak-İran Savaşı’nın Necef’e verdiği gergin hava ve Necef’e o yıllarda hakim olan el-Hoyi Ailesi’nin Sadr Ailesi’ne düşmanlığının buna sebep olduğu belirtilmektedir.
Emine ve Muhammed Bakır es-Sadr kardeşler
Muhammed Sadık es-Sadr, Irak devleti adına İran’a gidiyor (1991)
Irak-İran Savaşı’ndan 2 sene sonra Irak’ın Kuveyt’i işgalinin hemen ardından yalnızlaşan Irak, Eylül 1990’da İran ile yeniden ilişki kurmak üzere harekete geçti. Iraklı heyetlerin Tahran’ı sık sık ziyaret ettiği bu süreçte Ocak 1991’de Saddam’ın halen yakalanamayan yardımcısı ve naibi İzzet İbrahim ed-Duri (1942-) önderliğindeki heyette Irak devleti adına Iraklı ünlü Sünni din adamı Abdulmelik Sa’di ile beraber Muhammed Sadık es-Sadr’ın da yer alması şaşırtıcı oldu.
1980’li yılların sonundan itibaren Saddam rejimine yakın bir isim olan Sünni din adamı Abdulmelik Sa’di, Muhammed Sadık es-Sadr ile arkadaş olduklarını ve 1991’de İran’a Irak devleti adına giden heyette beraber yer aldıklarırnı anlatıyor:
1991 Şii İsyanı (İntifadatu-ş Şabaniyye)
28 Şubat 1991’de Körfez Savaşı’nın bitmesinin ardından İran sınırından Irak’a giriş yapan devrim muhafızlarının ve İran’da sürgündeki Iraklı Şiilerden kurulan Bedir Tugayları’nın Irak’a sızmasıyla Mart 1991’de Basra’dan Hille’ye tüm Güney Irak’ta büyük bir Şii isyanı patlak verdi.
Saddam rejiminin savaşta zayıflamasından yararlanan isyancılar Necef de dahil pek çok şehri ele geçirdiler. Muhammed Sadık es-Sadr isyana karışmazken oldukça yaşlanan Necef Havzası’nın başı Ebulkasım el-Hoyi’nin (1899-1992) oğlu Muhammed Taki el-Hoyi’nin girişimiyle (1958-1994) otorite boşluğuna düşen Necef’te bir molla hükümeti kuruldu. Oğul Hoyi, babasından bu hükümeti meşrulaştıran bir fetva almayı da başarmıştı. Muhammed Sadr ise sosyal inzivasını sürdürerek isyana ve hükümete katılmadı.
6 Mart 1991’de isyanı bastırmak üzere harekete geçen Irak Ordusu’nun Bağdat ve Necef arasındaki Kerbela şehrini kanlı çarpışmalarla ele geçirmesinin ardından Necef 19 Mart’ta direnmeksizin teslim oldu.
İsyanın bastırılmasının ardından Mayıs 1991’de Kerbela şehrine giren Batılı bir gazetecinin objektifinden Şii isyanı ve Kerbela şehri
Saddam rejiminin Necef’te giriştiği toplu tutuklamalarda Muhammed Sadr da gözaltına alınsa da kısa sürede serbest bırakıldı. İsyana ve ‘Necef Hükümeti’ne katılmaması, siyasetten uzak durması rejimin ona olumlu bakmasına sebep olmuştu. Daha sonraları düşmanları tarafından Sadr’ın gelecekteki icraatları ile ilgili olarak bu gözaltında Saddam rejimi ile anlaştığı iddiası öne sürülecekti.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın talebelerinden ve yerine kendisini bıraktığı iddiasında olan Muhammed Yakubi (1960-) bu dönemde Muhammed Sadık es-Sadr’ın kendisine Hoyi ailesi öncülüğündeki Necef’teki müstakil Şii hükümeti girişiminden uzak durduğu için rejimin elinden kurtulduğunu açıkladığını aktarıyor:
Saddam rejimi isyanın ardından Ebulkasım el-Hoyi’yi ev hapsine aldı. Necef Havzası’ndaki akademik çalışmalar dururken savaşın ve kriz ile başlayıp savaşın bitmesiyle bitmeyen, 2003’e kadar sürecek olan Irak’a yönelik BM ambargosu nedeniyle Necefliler de dahil Irak halkı önceliğini beslenme gibi temel zaruri ihtiyaçlarını karşılamaya yoğunlaştırdı.
Saddam rejimi Iraklı ve Arap merci arayışına giriyor
1970’li yıllarda Irak’ı modernleştirme projeleri için Necef Havzası’nın başında halktan kopuk, pasif, Iraklı olmayan bir isim olmasını yeğleyen Baas rejimi bu isyanın ardından havzayı sınırlandırma ve pasifleştirmenin İran’ın dini etkisini artırdığı, Necef’te Irak ve Arap milliyetçisi, kendileriyle tamamen ortak çalışmayı kabullenmese ile kendilerine isyan da etmemesinde anlaşacakları bir Şii önderin aktif çalışmalarının kendilerine daha faydalı olacağı kanaatine vardı.
2003 işgali sonrasında ele geçirilen toplantı gizli belgelerine göre Saddam Hüseyin’in halen yakalanamayan naibi İzzet İbrahim ed-Duri (1942-) 1980’li yıllarda yapılan rejim içi gizli toplantılarda da Irak rejiminin Ortadoğu şartlarına göre fazla laik olduğunu ve daha İslamileşmesi gerektiği tezinin yanı sıra Necef Havzası’nı zayıflatmanın İran rejiminin işine yarayacağını, Necef Havzası’nın Iraklı Arap bir Şii lider etrafında tahkim edilmesini, bu mercinin devlet tarafından fazla sıkılmaması gerektiği tezini savunmaktaydı.
Duri, Körfez Krizi ve ardından yaşananlar, Saddam Hüseyin başta olmak üzere Baas rejimi yöneticilerinin çoğunu bu iki teze de ikna etti.
Muhammed Sadık es-Sadr münzevi yaşamını sürdürürken 8 Ağustos 1992’de Necef Havzası’nın İranlı Azeri Türkü lideri Ebulkasım el-Hoyi öldü.
1970-1992 döneminde Necef Havzası’nın başı olan İranlı Azeri Türkü Ebulkasım el-Hoyi (1899-1992) talebesi halihazırdaki Necef Havzası lideri İranlı Fars Ali Sistani (1930-) ile, 1980’li yıllar
el-Hoyi’nin Necef’teki güçlü ağı, başta Hoyi’nin dev servetini elinde tutan oğlu Muhammed Taki el-Hoyi olmak üzere onun yerine Necef Havzası’nın başına mali işlerin idaresine karışmayacağına dair Taki el-Hoyi’ye söz veren Ali Sistani’nin geçmesini, bu kararlarının da Saddam rejimince tanınmasını istiyorlardı. Daha önce yaşanan örneklerde Irak Devleti bir taklid merciinin Necef’in başı olduğuna dair resmi bir açıklamada bulunmamış ama yabancı öğrencilerinin ikametlerinin uzatılması yetkisini verme, bazı vakıfların gelirlerinin yönlendirilmesi gibi emarelerle bir merciyi havzanın başı olarak tanıdığını belli etmişti. Örneğin 1971’de bunları el-Hoyi için yapmıştı.
Hoyi çevresi kimi Necef’in başında görmeyi istedikleri mesajını, Sistani’ye Hoyi’nin cenaze namazını kıldırarak göstermişlerdi.
Irak’ın içinde bulunduğu olağan üstü şartlar nedeniyle az katılımla gerçekleştirilen bu cenaze törenini içeren bu videoda cenaze namazını Ali Sistani’nin kıldırdığı görülebiliyor. Muhammed Sadık es-Sadr bu törene katılmamıştır.
Saddam, Muhammed Sadr’ı merci olarak atıyor
1992’nin ikinci yarısında Bağdat, hala hangi merciyi Necef’in başı olarak gördüğüne dair bir sinyal vermemişti. 1971’de Hoyi’yi Necef’in başı olarak tanıdığına dair işareti ona Necef’teki yabancı öğrencilerin ikamet iznini uzatma yetkisi ve bazı yerel vakıfların gelirinin kanalize edilmesiyle verdiğinden benzeri bir hamle bekleniyordu.
Necef Havzası’nın başına tarih boyunca genelde İranlı mercilerden biri gelmişti. En güçlü aday şüphesiz Taki el-Hoyi’nin mali imparatorluğunun desteğine sahip Ali Sistani’ydi. İranlı merci Ebu-l Ala es-Sebzevari (1911-1993) ve güçlü bir aday olmasa da Pakistanlı merci Beşir en-Necefi’nin (1942-) de havzanın başı olma yarışına girdiği biliniyordu
Herkesi şaşırtan gelişme Ocak 1993’te gerçekleşti. Saddam rejimi yayınladığı kararla daha önce görülmemiş şekilde atamayla Muhammed Sadr’ı Necef’in başına getirmişti. Böylece Muhammed Sadr Necef’in ilk “resmi mercisi” olmuştu.
Havza’nın başına atanan ismin resmi atamayla gelemeyeceğine dair itirazlardan da öte Muhammed Sadr’ın mercilik icazeti yoktu. İcazette seviye olarak Ayetullah el-Uzma (merci) olmadığı gibi Ayetullah da değil, bir kademe altı olan ve Şii havzalarda bolca bulunduğu için hiç ayırt edici bir özellik olmayan “Huccetulislam”lık makamındaydı. Fakat bu atama aynı zamanda Muhammed Sadr’ın Saddam tarafından merciliğe de atanmasıydı, Muhammed Sadr bu karardan ötürü “icazeti merciden değil Saddam’dan olan merci” olarak eleştirilecekti. Bağdat’ta ikamet eden ve rejimle iyi ilişkilere sahip, Sadr Ailesi’nden Hüseyin Sadr devlet yetkililerine bu kararın yanlış olduğu ve geri alınması tavsiyelerinde bulunsa da Irak rejimi Muhammed Sadr’ı desteklemekte kararlıydı.
Muhammed Sadr görevi kabul etti ve Irak istihbaratının önemli isimlerinden, ülkedeki dini kurumların işleyişinden sorumlu Tahir Celil Habbuş ile görüşerek anlaştı. Muhammed Sadr rejime muhalif siyasi açıklama ve eylemlerden kaçınacak, karşılığında ise Baas rejiminin desteğini alacaktı.
Baas rejimi havzadaki yabancıların ikametini uzatma yetkisini Muhammed Sadr’a verdi. O da bu yetkiyi öldürülüşüne kadar Iraklı olmayan merci ve öğrencilere karşı bir silah gibi kulandı. Örneğin rakiplerinden Pakistanlı merci Beşir Necefi’ye ikametinin uzatılmasında sebep göstermeksizin sorun çıkardı.
Taki el-Hoyi: “Muhammed Sadr merci olamaz, çünkü zina çocuğu”
Necef’te rejimin Sadr’ı atama kararına karşı çıkanların başında Taki el-Hoyi geliyordu. 1991 Şii İsyanı öncesinde rejimle iyi ilişkileri olan Hoyi, Mart 1991’de Necef’te ortaya çıkan güç boşluğunda başkanı olduğu bağımsız yerel bir hükümet kurma girişiminde bulunduğu için 1991’de eli zayıflayan rejim tarafından affedilse bile rejim indinde “muvalin” (dost) kategorisinden çıkıp “hakidin” (nefret eden düşman) olarak fişlenmişti.
Muhammed Sadr’ın Necef’te en önde gelen düşmanlarından Muhammed Taki el-Hoyi, babası Ebulkasım el-Hoyi ile
Taki el-Hoyi, Sadr aleyhine Necef’te yoğun bir propagandaya girişmişti. Muhammed Sadr’ın merci olamayacağını, bu sebeple havzanın başına geçmesinin de hukuksuz olduğunu dillendiriyordu. Bu konuda temel iddiası Sadr’ın ilmi yetersiziği üzerine olmayıp Sadr’ın gayrı meşru bir ilişkiden doğduğu yönündeydi. Taki el-Hoyi’nin iddiasına göre Muhammed Sadr’ın babası kısırdı ve çocuğu olmadığı için gayrı meşru bir ilişkiden doğduğu için sokağa bırakılan Muhammed Sadr’ı evlat edinmişti. Muhammed Sadr’ın babasının uzun yıllar çocuğu olmadığı ve Muhammed Sadr’ın ailesinin tek erkek çocuğu olduğu bilindiğinden bu iddia Necef’teki dini çevrelerce inandırıcı bulunmuştu. Şii kaynaklarına göre “zina çocuğu” olan merci olamazdı.
Taki el-Hoyi, Muhammed Sadr aleyhindeki yoğun propagandasına devam ettiği sırada 21 Temmuz 1994’te Kerbela-Necef yolunda trafik kazasında hayatını kaybetti. Londra’daki Hoyi Merkezi ve İran’daki Şii örgütler el-Hoyi’nin Muhammed Sadr’ın önünün açılması için Saddam rejimince trafik kazası süsü verilmiş şekilde öldürüldüğünü iddia ettiler.
Muhammed Sadr’ın en önde gelen adamlarından Basralı İsmail el-Vaili, Iraklı ünlü gazeteci Humeyd Abdullah ile 2010 yılında yaptığı Muhammed Sadr’a dair programda Muhammed Sadr’ın Taki el-Hoyi’nin ölüm haberini aldığında “Allah’a hamd olsun. Taki el-Hoyi beni öldürecekti, Allah onu öldürdü” dediğini belirtiyor:
Bu kazadan kısa bir süre sonra Ağustos 1994’te Saddam rejimi Sadr’ın baş rakibi Sistani’nin namaz kıldırdığı ve ders verdiği ‘Mescidu-l Hadra’yı (Yeşil Mescid) restorasyon gerekçesiyle kapattı. Bu kararın ardından çoğunlukla evine kapanan Sistani, 1998’de Necef’te İranlı mollaların öldürülmesi üzerine 1998’den Saddam rejimi devrilene kadar evinden bir kez olsun çıkmadı.
Necef’teki mollaları, özellikle de Arap olmayanları tamamen kendisine düşmanca bir tavır içerisinde bulan Muhammed Sadr, Irak rejiminin de yönlendirmesiyle Necef mollalarının ilgisi dışında kalan Irak Şiilerine yönelerek mercilik ağını geliştirmeye karar verdi.
Saddam’ın yeni aşiret siyasetine paralel olarak Sadr’ın Güney Irak çalışmalarının sonucu: “Merci’iyetul Ma’dan” (Manda Çobanlarının Merciliği) ve “Merci’iyyetul A’yan” (Seçkinler Merciiyyeti) çatışması
Necef’in güneyinde kalan Irak Şiileri 1990’lı yıllar öncesinde büyük ölçüde Necef’ten kopuktular. Necef çevresinde mollalar topluma yön verirken güney illerinde güçlü aşiret yapısı içerisinde aşiret ağaları kanaat önderliği görevini sürdürmekte, aşiretler bin yılı aşkın aşiret kanunlarınca yönetilmekteydi.
Basra, Amara şehri merkezli Meysan, Nasıriye şehri merkezli Zikar ve Semave şehri merkezli Musenna illerinde zirveye çıkan bu sosyal yapı, tesirlerini Divaniye merkezli Kadısiye ve Kut merkezli Vasıt illerinde de zayıflayarak da olsa göstermekteydi. Sulak ve petrol rezervleri açısından zengin olmasına rağmen bu yöreler Irak ortalamasına göre oldukça fakir ve eğitim ortalaması düşüktü.
‘Ehvar’ olarak isimlendirilen Güney Irak’taki sazlık sulak bölgede günlük yaşam ve mandacılık:
Genelde İranlıların hakim olduğu Necef’teki mollalarca bu topluluklar küçümsenmekte ve Şattul Arap ve çevresinde manda yetiştiriciliği yaygın olduğundan yerel Irak lehçesinde manda çobanları anlamına gelen ‘ma’dan’ tabiriyle tahkir edilmekteydi. Güneyliler, Muhammed Sadr’dan önce Necef Havzası tarafından hiç muhatap alınmamışlardı. Zaten Muhammed Sadr’dan önce Irak’ta mercilerin insanlara ulaşması söz konusu olmayıp insanlar mercilere ulaşmaya çalışırdı.
1991 Körfez Savaşı’ndan sonra sazlık ve bataklığı bol olan bu bölgeleri Saddam rejimi elinde tutmakta zorlanmaktaydı. İran tarafından desteklenen Muhammed Bakır el-Hakim (1939-2003) liderliğindeki “Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi” isimli Şii örgütün askeri kanadı olan Bedir Tugayları sık sık Irak-İran sınırındaki sazlıklardan Irak’a sızıp propaganda bildirileri dağıtmakta, bomba yüklü araç saldırıları ve silahlı saldırılar gerçekleştirmekteydi.
Ayrıca Irak ortalamasından zaten oldukça fakir olan bu bölgeler, Irak’ın 1990’lı yıllarda Körfez Savaşı’nın etkileri ve BM Ambargosu nedeniyle ileri derecede bir ekonomik krizde olması nedeniyle daha da fakirleşmişti. Bağdat, milyonlarca kişinin yaşadığı bu bölgede bir sosyal patlamadan da korkmaktaydı.
1968’de iktidara geldiklerinden beri Irak’taki aşiret yapısını “gericilik” olarak tanımlayan ve özellikle 1970’li yıllarda aşiretçilikle mücadele eden Baas rejimi, 1991’de aşiret siyasetini değiştirdi. Irak’ta aşiretçiliğin güçlü olduğu bölgeler Şii yoğunluklu illerden Necef’in güneyinden Basra Körfezi’ne kadar olan bölge ile Irak’ın halkının tamamı Sünni olan tek ili olan Anbar’dı. Bu illerde bu kez devlet eliyle aşiretçilik desteklendi. Irak rejiminin amacı aşiret mensuplarının aşiret liderlerine sadakatini yükselterek bir yandan da aşiret liderlerini hoş tutup, kontrol altında tutup milyonlarca aşiret üyesini kolay kontrol edebilmekti. Bir yandan da ekonomik krizin sebep olabileceği bir sosyal patlamanın önüne aşiret içi dayanışma ile geçilmesini sağlamaktı.
Ocak 1993’te Necef Havzası’nın başına geçen Muhammed Sadr’ın güney illerine yönelmesi bu yeni siyasete paralel olmasının ötesinde bizzat rejimin tavsiyesi ile oldu. Güneyliler, ilk kez kendilerini ziyaret edip muhatap alan, kendileriyle yerel Irak lehçesi ile Arapça konuşan, mütevazi buldukları bir merciyi karşılarında görmekten çok etkilendiler. Bir taraftan da bu Şii aşiretlere Bağdat, Muhammed Sadr’ı merci olarak taklid etmelerini tavsiye etmekteydi.
Yine aynı dönemde Muhammed Sadr ‘Fıkh-ul Aşair’ (Aşiretler Fıkhı) isminde bir kitap yazarak Şii aşiretleri hem kendi görüşleri doğrultusunda yönlendirdi, hem de bir kez daha aşiretlere değer verdiğini ifade ederek aşiretlerin gönlünü kazandı. Muhammed Sadr’ın kitaplarını basıp bedava dağıtan Irak rejimi, ‘Fıkh-ul Aşair’in dağıtımına özellikle önem verdi.
Muhammed Sadr Fıkhu-l Aşair’inde aşiret mensuplarının birbiriyle ve diğer aşiretlerle ilişkilerinin ne olması gerektiğine değiniyor, aşiretlerin dini işlerinde merciye bağlı olmasının ve Şii fıkhıyla bağdaşmayan aşiret örflerinin terkinin gerekliliğini vurguluyordu.
Necef’te karşısındaki molla ittifakı sebebiyle pek öğrenci bulamayan Muhammed Sadr, öğrenci seçiminde de güneye yöneldi. Güney Irak illerinden, özellikle de Basra ve Zikar illerinden pek çok genci seçerek Necef’e getirdi ve onlara eğitim verdi.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın kendisine verilen humus paralarıyla takipçileri arasında geniş bir yardımlaşma ağı kurması, çok sade yaşaması ve diğer mercilerin aksine yolsuzlukla suçlanmaması 1990’lı yılların şartlarında çok fakirleşen güneyli Şiilerin kalbini kazanmasında başat rol oynamıştı.
1993’te Taki el-Hoyi, Necef’te umduğunu bulamayıp güney illerine yönelen Sadr ve güneyliler ile alay edip Necef’teki daha çok İranlıların hakim olduğu klasik molla çevresiyle güneylilerin tabi olduğu Sadr merciliğini kıyaslayarak ünlü “Biz merci’iyyetul a’yan (seçkinler merciliği) o merci’iyyetul ma’dan (manda çobanları merciliği)” tabirini kullanmış, Taki el-Hoyi’nin ölümünden sonra da aşağılama kasdıyla bu tabirler Sadr ve takipçileri aleyhine kullanılmıştı.
Sadr takipçileri ise merci’iyyetul ma’dan tabirini değiştirerek “Biz merci’iyyetul meydanız” (Sahada aktif olan merciliğiz) demişlerdi. Irak dışarısındaki Şiilerden Muhammed Sadr’a olumlu bakan nadir isimlerden olan Adil Rauf, Sadr’ın öldürülmesinin hemen ardından 1999’da bu tabire atıfla Muhammed Sadr’a dair ‘Merci’iyyetul Meydan’ isminde bir kitap yayınlayacaktı.
Muhammed Sadr güneyli aşiretleri bir ziyaretinde
Adil Rauf’un Muhammed Sadr’ın öldürülmesi üzerine onun hakkında 1999’da yazıp yayınladığı ünlü kitabı ‘Merci’iyyetul Meydan’ın kapağı
Muhammed Sadık es-Sadr kendisine tabi mollalar, güneyli aşiret liderleri ve mensuplarıyla ‘barrani’sinde (ziyaretçi kabul mekanı):
Saddam rejimi, Muhammed Sadık es-Sadr’ı atama hedeflerine ulaştı mı?
1991 Körfez Savaşı’nın ardından ülke içinde ve dışında oldukça zor durumda olan Saddam rejiminin bu süreçte Muhammed Sadık es-Sadr’ı Necef Havzası’nın başına atayarak hedeflediklerine ulaştığı gözlemlendi. 1991 Körfez Savaşı sonrasında Şii örgütlerin silahlı faaliyetlerinin yoğunlaştığı güney illerindeki rejim karşıtı eylemler 1993’ten itibaren büyük oranda düşüşe geçti. Kendisini dışlanmış hisseden güneyliler Sadr’ın merciliği ile merkeze yaklaştırıldığı gibi enerjileri de dini faaliyetlere yönlendirildi. Ayrıca ülkedeki rejim-Şii gerginliği, Sadr’ın oluşturduğu çatlak ile Şii-Şii gerginliğine dönüştü. Sadr’ın Irak ve Arap milliyetçiliği vurgusundan da rejim memnun kaldı.
Ayrıca rejim Muhammed Sadık es-Sadr’ın faaliyetlerini Irak içinde ve dışında ülkede dini hürriyetin olduğuna, Şiilerin baskı altında olmadığına delil olarak kullandı.
Sadr: “Havza’da Nevruz kutlamak ve Farsça ders vermek yasak”
Muhammed Sadık es-Sadr havzanın başına geçince İran’da resmi bayram olarak kutlanan, Necef’teki İranlılar tarafından Irak’a da taşınıp Irak Araplarınca da kutlanmaya Nevruz Bayramı’nı “cahili küfür bayramı” ilan edip yasakladı.
Necef’te yaşayan İranlı mollaların çoğu Arapça konuşamadığından havza derslerinde bile, hem de Arap öğrencilere dahi Farsça ders vermekteydi. Sadr, havzada Farsça ders verilmesini yasakladı.
Sadr, Saddam rejiminin kendisine verdiği yetkiye dayanarak Nevruz kutlayanları ve Farsça ders verenleri ikametlerini uzatmamakla tehdit etti.
“el-Havza en-Natika” (Konuşan Havza), “el-Havza es-Samita”ya (Susan Havza) karşı
Muhammed Sadık es-Sadr kendisini “el-Havza en-Natika” (Konuşan Havza) olarak isimlendiriyor ve bu tabirine halkla ilgilenen, halkla iletişimi olan mercilik anlamını yüklüyordu. Halkla iletişimi olmamakla suçladığı diğer tüm Iraklı mercileri ise “el-Havza es-Samita” (Susan Havza) tabiriyle kınayıp onlara tabi olmanın bu açıdan doğru olmadığını vurguluyordu.
Muhammed Sadık es-Sadr kendisine gelen bir gencin diğer bir merciye gidip “Einsten’in teorisi hakkında ne düşünüyorsunuz” diye sorduğunu, mercinin ona “Necef’te 30 senedir oturuyorum komşumu tanımıyorum, Einsten’ı nereden bileyim” dediğini ve o an mercinin gözünden düştüğünü aktardığını söyleyip diğer mercileri halktan kopuk olmakla suçluyor:
“Domatesin fiyatını bilen tek merci”
1990’lı yıllarda Sadr’ın bir takipçisi, Sadr Hareketi üzerine Batılılar tarafından yazılanlar da dahil yazılan pek çok kitapta geçen Muhammed Sadık es-Sadr ile şöyle bir anısını anlatmaktadır:
“Irak’ın savaştan çıktığı ve ambargo altında olduğu o yıllarda hepimiz çok sıkıntı çekiyorduk. Kendime taklid etmek üzere merci aradığımda yaşadığımız sorunları hisseden birini taklid etmeye karar verdim. Ulaşabildiğim tüm mercilere domatesin fiyatını sordum. Muhammed Sadık es-Sadr dışında bilen olmadı, Sadr domates çeşitleri üzerine ayrıntılı şekilde fiyatları söyledi.”
Bu anıyı Sadr’ın bir öğrencisi de şöyle doğrulamaktadır:
“Bir gün Muhammed Sadr ile Necef’te bürosunda oturmaktaydık. Bir adam geldi ve Sadr’a bir soru sorabilir miyim dedi. Sadr evet deyince adam domatesin fiyatı ne kadar diye sordu. Necef’te o sıra düşmanımız çok olduğundan ben adamı bizimle alay ediyor sanıp engellemek istedim. Sadr bana sorun yok deyip adama hangi çeşit domatesi sorduğunu deyip domates çeşitleri üzerine ayrıntılı bir cevap verdi. Adam gittikten sonra Sadr şaşkınlığımı gidermek için adamın taklid edeceği merciyi seçmek üzere bu soruları ona sorduğunu tahmin ettiğini söyledi.”
Ekonomik zorluklardan ve mercilerin umursamazlığından şikayetçi Irak Şiilerinin tabanındaki kendileri ile ilgilenilme ve mütevazi merci görme merakı damarını keşfeden Muhammed Sadr, elbiselerindeki sökükleri kendisinin diktiği, insanlara çay doldurduğu, ne kadar mütevazi döşenmiş bir evde oturduğu gibi resimleri Irak genelinde dağıttırmaya başladı. İnsanların karşısına eski, delik kıyafetlerle çıktı. Muhammed Sadr’ın bu uygulamalarının takipçi edinmede çok başarılı olduğunu gören diğer merciler de zamanla bu yöntemleri benimsediler.
Muhammed Sadr’ın bürosunun “Kendi söküğünü kendi diken merci” açıklamasıyla dağıttığı Sadr’ın Kufe Mescidi’nde çekilmiş bir fotoğrafı
Muhammed Sadr’ın merciliğinin ilk yılında bürosunca Sadr’ın ne kadar mütevazi olduğunu göstermek amacıyla Irak Şiileri arasında dağıtılan evinde kırık lambasıyla oturma fotoğrafı
‘Medinetu-s Sadr el-Munevvere’ (Nurlu Sadr Şehri)
1959’da Irak cumhurbaşkanı Abdulkerim Kasım, Güney Irak kırsalından Bağdat’a yoğunlaşan göçün Bağdat’ta konut krizine neden olmasından ötürü Bağdat’ın doğusunda yeni bir yerleşim alanı kurmuş ve 1958’de yaptığı darbeye atıfla Bağdat’ın bu yeni banliyösüne ‘Medinetu-s Sevre’ (Devrim Şehri) ismini vermişti.
Bu banliyöye beklenildiği gibi yoğun göç yaşandı ve bu alan dev bir varoşa dönüştü. 1982’de Saddam Hüseyin’in cumhurbaşkanlığı esnasında ismi ‘Medinetu-s Saddam’ (Saddam Şehri) olarak değiştirildi.
Bu dev varoşun nüfusunun çoğunluğunu Sadr’ın yakından ilgilendiği Güney Irak illerinin kırsalından göçenler oluşturuyor, aşiret yapısı kısmen de olsa burada sürdürülüyordu. Bu sebeple Sadr, güney illerine olan ilgisine paralel olarak Saddam Şehri ile de yakından ilgilendi. Şehirde güçlü bir yardımlaşma ağı kurdu, yetiştirdiği mollaların en gözde olanlarını burası için seçti. 1990’lı yılların sonuna doğru Saddam Şehri, Sadr’ın kalesi haline gelmiş ve halkının dilinde ‘Medinetu-s Sadr’ olarak anılmaya başlanmıştı. 2003’te Saddam rejiminin devrilmesinden sonra bu kullanım resmileşti. Sadr Şehri’nin ortasına Muhammed Sadık es-Sadr’ı Muhammed Bakır es-Sadr ile birlikte gösteren dev bir fotoğraf asıldı.
Sadr Hareketi tarafından ‘Medinetu-s Sadr’ için Medine şehri için kullanılan ‘munevvere’ (nurlu) tabirinin de eklenerek kullanılması tepki çekti.
Sadr Hareketi’ne mensup en ünlü mersiyecilerden Ahmed es-Sa’di’nin Sadr Şehri için seslendirdiği ünlü mersiye:
Sadr Şehri hakkında Ekim 2007’de ‘Mukteda’nın Şehri’ ismiyle yayınlanan bir belgesel:
Saddam’ın ‘el-Hamletu-l İmaniyye’si (İmani Hamle) ve Muhammed Sadr
2003’te Irak işgalinin ardından ele geçirilen belgelere göre 1986’da rejiminin önde gelenleriyle gizli bir toplantı tertip eden Saddam Hüseyin, Irak rejiminin Ortadoğu standartlarına göre çok laik olduğunu, İran ile savaşın devam ettiği bu dönemde İran’ın bunu Irak aleyhine kullandığından şikayet ederek dini bir açılımın şart olduğunu belirtti. Saddam’ın bu teklifinin arkasındaki isimlerin başında gelen cumhurbaşkanı yardımcısı İzzet İbrahim ed-Duri Saddam’ın bu çıkışına taraftar olurken dışişleri bakanı Katolik Hristiyan Tarık Aziz, rejimin laik yapısının aynı derecede korunmasından yana olduğunu bildirdi.
1988’de Irak bayrağına ‘Allahu Ekber’ ifadesi ekleyen Saddam yönetimi, 1989’da Bağdat’ta ‘Saddam İslam Üniversitesi’ni açtı. Fakat rejimin dini bir söyleme kaymasında esas kırılma noktası 1990-1991 Körfez Krizi’yle oldu. Savaş sonrasında da Saddam rejiminin hukuk sistemini İslamileştirmeden söylem bazında dilini git gide İslamileştirme çabasında olduğu gözlemlendi.
1993’te Saddam ‘el-Hamletu-l İmaniye’yi (İmani Hamle) başlattığını ilan etti. Devlet kontrolünde bir dindarlaşma hamlesi olan bu girişimle yine hukuk sistemi laik tutularak okullarda dini eğitim artırıldı, alkollü mekanlar sınırlandırıldı, devletin ve devlet medyasının dili daha da dindarlaştırıldı. Bu dönüşüm Saddam rejimi içerisinden bazı isimlerin hoşuna gitmedi, hatta Saddam’ın büyük oğlu Uday Hüseyin (1964-2003), yönettiği Babil Gazetesi’nin 1994’te yayınlanan bir sayısında “Bağdat Riyad Olmayacak!” manşeti attırarak babasına meydan okudu fakat Saddam ‘İmani Hamle’ sürecinden rejimin yıkılışına kadar vazgeçmedi.
1991 sonrasında Saddam’ın Irak Şiilerinin kalbini kazanmayı ana siyaseti olarak belirlediği dönemde ‘İmani Hamle’ ile Necef ve Kerbela’daki Şii türbe ve mescidlerinin restorasyonları için büyük kaynaklar ayrıldı. Ayrıca Muhammed Sadr başta olmak üzere rejim ile iyi ilişkilere sahip Sünni ve Şii din adamları tüm Irak’ta madden desteklendi.
Böylece Muhammed Sadık es-Sadr, Saddam rejiminin 1991 sonrası Şii siyasetinden öte devlet kontrollü dindarlaştırma siyasetine de paralel düşerek hiçbir Sünni veya Şii din adamının yararlanamadığı kadar Saddam rejiminin desteğinden yararlandı.
Londra merkezli yayın yapan ünlü Arapça gazete ‘el-Hayat’a bağlı Vasat Dergisi’nde 18 Nisan 1994’te yayınlanan röportajında Muhammed Sadık es-Sadr Irak rejiminin ‘İmani Hamle’ kapsamında Saddam rejiminin kendilerine verdiği desteği şöyle açıklamaktaydı:
“İmani Hamle kapsamında medrese ve yayınlarımıza devletten destek alıyoruz. Devlet Şii dini şiarlarına saygı duyuyor ve onları destekliyor. Siyasete karışmıyoruz, devlet havzamızın çalışmalarını ve kutsal mekanlara bakımını beğeniyor. Daha yeni Irak Vakıflar Bakanlığı’ndan 3 milyon dinar bağış aldık.”
Ekim 1996’da Saddam rejiminin Irak TV’si Muhammed Sadık es-Sadr ile uzun bir röportaj yayınladı, Muhammed Sadık es-Sadr programda havza çalışmalarından uzunca bahsettiği gibi Irak’ın en büyük ve en bilgili mercisinin kendisi olduğunu iddia ederek Irak Şiilerinin kendisini taklid etmelerinin farz olduğunu ilan etti:
Ea’lemiyye (En İlimli Olmak): Sadr’ın dünyanın en büyük alimi olduğu iddiası
Muhammed Sadık es-Sadr Saddam rejiminin atamasıyla Ocak 1993’te merci ilan edildiği andan itibaren görülmemiş bir açıklıkta kendisinde ‘ea’lemiyye’ (en ilimli olma durumu) bulunduğunu ilan ederek yeryüzünde kendisinden başka herhangi bir alime bağlanmanın, ondan fetva sormanın haram olduğunu ilan etti. Aslında Şiilikte mercilik ilanı zımnen bu iddiayı içinde taşıyor fakat bu kadar açık hiçbir merci tarafından ilan edilmiyordu.
Sadr’ın en büyük alim olma ve kendisinden başkasına tabi olmasının haram olmasını sürekli açıktan tekrarlaması çok tepki çekti. Örneğin Necef’te Sadr’a en aleyhtar mercilerden ve onu Yahudi olmakla suçlayan Muhammed Said el-Hakim (1934-) “Ancak bir eşek ben en çok bilenim diye böyle anırır” demekteydi.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın “Dünya’nın en büyük alimi olduğu” iddiasını eserleriyle ispata çalıştığı bir konuşması:
Velayeti Fakih’e karşı “Veliyyi Emril Muslimin”
Muhammed Sadık es-Sadr ilerleyen yıllarda kendisini “Veliyyi Emril Muslimin” (Müslümanların İşinin Başı/Müslümanların Koruyucusu) ilan etti. Bu ilan herkes tarafından İran’da hakim olan Humeyni’nin teorisi olan “Velayeti Fakih”e karşı bir meydan okuma olarak görüldü. Zaten Sadr, İran dini lideri Hamaney’in en bilgili olan olmadığı için Müslümanların genel mercisi olamayacağını, buna kendisinin layık olduğunu açıkça belirtmekteydi.
Bu meydan okuma, en baştan beri Sadr’ın aleyhine olan İran rejimini Sadr’a daha da düşman kıldı. İran rejimi ve İran’daki Iraklı Şii örgütler Sadr’a bu tarz konuşmaları “Velayeti Fakihte birleşmiş inananları bölmek için” Saddam’ın yaptırdığını iddia ettiler.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın karşısında ve yanında olanlar
Merciliği boyunca Sadr Saddam rejiminden, güney illeri halkı ve aşiretlerinden destek alabilmişti. Irak dışında yaşayan Iraklı Şiilerden Adil Rauf, Abdulhalim Ğızzi, Ahmed el-Katib gibi Sadr’ı dini konularda eleştiren birkaç Şii yazardan sadece sosyal örgütlenme ve Irak şartlarında Saddam rejimi ile uyumlu çalışmanın gerekliliği noktasında destek alabilmişti.
Karşısındaki cephe ise çok büyüktü.
Necef’teki tüm Şii mercileri ve onlara tabi olan mollalar, İran rejimi, yurt dışındaki Dava Partisi ve Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi başta olmak üzere İran rejimine tabi Iraklı Şii örgütler, Londra merkezli Hoyi örgütlenmesi Sadr’ın karşıtı olmaktan öte düşmanı durumundaydı. Düşmanı olan cepheden Irak dışında olanlar Sadr’ın Saddam’ın ajanı ve hain olduğunu basın ve yayında sürekli işliyorlardı.
Sadr aleyhine bu kadar sert konuşmayıp onu ajan olarak görmeyenler dahi Sadr’ı Irak Şiilerini pasifleştirmek ve Necef Havzasu’nı birbirine düşürmekle suçluyorlardı. Bu tezin sahipleri 1991 sonrasında Irak Şiileri’nin rejime isyana hazır olduklarını ama Sadr tarafından enerjilerinin siyasi olmayan alanlara kanalize edildiğini, Sadr’ın Necef’i bölerek Şii-Saddam çatışmasını Şii-Şii çatışmasına dönüştürdüğünü belirtiyorlardı.
1997’de Muhammed Sadık es-Sadr mercilik ağını Irak dışına, özellikle İran’a taşımak istediğini belli edince İran devlet basını, özellikle İran dini lideri Hamaney’e yakın muhafazakar gazeteler ve İran’daki Iraklı Şii örgütlerin basınında aleyhinde yoğun bir kampanya yürütüldü.
Aleyhindeki bu kampanyaya ve Saddam’ın ajanı” olma suçlamasına cevap vermek amacıyla video serisi dolduran Sadr, bunları yurt dışındaki Şiilere ulaştırdı:
Irak’ta Cuma namazı tartışması: Kılınmalı mı, kılınmamalı mı?
Muhammed Sadık es-Sadr 1997’de cuma namazlarının kılınması gerektiğine, bunun farz olduğuna dair bir fetva yayınladı. O tarihe kadar Irak Şiilerinde yaygın olan görüş “adil hükümdar” yani “Mehdi/Kayıp İmam” yok iken cuma namazı kılınamayacağı olduğundan Irak Şiileri cuma namazı kılmıyordu. İran’da ise Humeyni’nin Mehdi gelmeden cumanın farz olmadığı ama kılınabileceği görüşüne binaen cuma namazı kılınıyor ama Humeyni’nin dini liderliği döneminde (1979-1989) Humeyni hiçbir zaman cuma namazlarına katılmıyordu. Hamaney dini lider olduktan sonra nadiren cuma namazlarına katılmıştı.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın cuma fetvası dolaylı olarak Saddam’ı “adil hükümdar” olarak gösterme çabası olarak görüldü. 2003 Irak İşgali öncesinde cuma namazının caiz olmadığı fetvasını veren Sistani, Irak’ta ABD yönetimi kurulduğunda cuma namazının caiz olduğu fetvasını verecekti.
Güney Irak’ın çeşitli şehirlerinde 1997’de Sadr’ın temsilcileri cuma namazı kıldırma denemeleri yaptılar. 17 Nisan 1998’de Sadr, Necef ile birleşmiş Kufe şehrindeki ‘İmani Hamle’ kapsamında Saddam’ın emriyle restore edilen Hazreti Ali’nin halifeyken namaz kıldırdığı ve konuşmalarını yaptığı meşhur ‘Kufe Mescidi’nde Saddam rejiminin korumasında büyük bir kalabalıkla ilk cuma namazını kıldı. Rejim Sadr’ın ve cuma namazı katılımcılarının korumasına devam etti. Öldürüleceği tarih olan 19 Şubat 1999’da 45’incisini kıldıracağı bu seri cuma namazlarından ve Sadr’ın hutbelerinden kesitler haftalık düzenli olarak Irak TV’de yayınlandı.
Bu dönemde Saddam rejiminin teşvikiyle cuma namazı kılmayan diğer Şiilere karşı, Muhammed Sadık es-Sadr Iraklı Sünnilerle de cuma namazı konusunda bir dayanışmaya gitti. Sadr’ın temsilcileri Sünni imamlar arkasında cuma namazı kıldığı gibi Sünniler de Kufe Mescidi’nde Muhammed Sadık es-Sadr ile cuma namazı kıldı.
Sadr’ın cuma namazlarına katılımı yasaklayan Sistani gibi mercileri cuma hutbelerinde “Suskun Havza” tabiriyle kınayan Sadr, Sünnilerle cuma kıldıklarını ama bazı Şiilerle kılamadıklarını belirterek bu durumdan yakındı.
1999’da Muhammed Sadr’ın Irak’ın çeşitli şehirlerinde cuma namazı kıldıran vekilleriyle Necef’te toplantısı:
Ekim 1998’de Irak TV’de yayınlanan, Kufe Mescidi’ndeki cuma namazlarının da konu edildiği, Sadr’ın Kufe Mescidi’nde ve Hazreti Ali Türbesi avlusunda kıldırdığı namazların görüntüsünün verildiği Muhammed Sadr ile röportaj yayını:
Kufe Mescidi’nde Muhammed Sadr imamlığında bir cuma namazı (1998)
Cuma hutbelerine kefene benzer bir aba ile çıkması, Sadr’ın düşmanlarına mesajı olarak değerlendirildi.
Kufe Mescidi’nde 1998’de Muhammed Sadık es-Sadr imamlığında bir cuma namazı:
Kufe Mescidi’ni zamanla fazlasıyla taşan bu cumalara katılım git gide arttı. Ocak ve Şubat 1999’daki cumalara Sadr Grubu’na göre 1 milyona yakın tarafsız gözlemcilere göre ise yaklaşık 250 bin kişinin katıldığı tahmin edilmektedir. Necef ve Kufelilerin haricinde cumalara Bağdat ve güney illerinden de düzenli katılanların olduğu bilinen bu cumaların görüntüleri Irak içinde ve Irak dışında Saddam rejimi tarafından Irak’ta Şiilerin üzerinde dini bir baskı olmadığına, dev bir kalabalıkla ibadetlerini yapabildiklerine dair kanıt olarak kullanılmıştır.
Kufe Mescidi’ndeki en kalabalık cuma namazlarının başında gelen 12 Şubat 1999 tarihli olanı:
Necef’te molla cinayetleri
Taki el-Hoyi’nin şaibeli ölümünün ardından Aralık 1996’da Muhammed Sadık es-Sadr’ın baş rakibi Ali Sistani’nin evine yapılan bombalı saldırı Sadr taraftarlarından bilindi.
Nisan 1998’de Necef’te Sistani çevresinden İranlı Ayetullah Murtaza Burucerdi sokak ortasında vurularak öldürüldü. Haziran 1998’de ise İranlı merci Ali Ğaravi’nin içinde olduğu araç Kerbela’dan Necef’e dönerken otomatik silahlarla tarandı. Ğaravi olay yerinde öldü.
İranlı mercilere yapılan bu suikastlerden Sadr karşısındaki Şii cephe Sadr’ı sorumlu tuttu. Londra’daki Hoyi Merkezi, BBC’ye yaptığı açıklamada Saddam’ın Sadr’ı Necef’te rakipsiz bırakmak için diğer Şii mercileri Sadr ile beraber katlettiğini belirtti.
Bir müddet sonra bu iki cinayetin şüphelileri Irak devletince Necef’te gözaltına alındı. Şüpheliler Sadr taraftarıydılar. Muhammed Sadık es-Sadr, büyük oğlu Mustafa Sadr’ı Necef Valiliği’ne göndererek valiye selamlarını iletip taraftarlarının serbest bırakılmasını istedi. Vali de bu isteği kabul etti ve cinayet dosyaları kapandı.
6 Ocak 1999’da Sadr’a düşman olan mercilerden Beşir Necefi’nin içinde bulunduğu araba Necef’te seyr halindeyken yakınına el bombası atıldı. 3 kişinin öldüğü saldırıdan Beşir Necefi yaralı olarak kurtuldu. Bu saldırıdan da düşmanlarınca Sadr sorumlu tutuldu.
Sadr’ın önü kesilen İran çıkarması
1998 yazında Muhammed Sadık es-Sadr yakın adamı İsmail el-Vaili’yi Muhammed Bakır es-Sadr’ın oğlu Cafer es-Sadr (1970-) eşliğinde İran’a Kum şehrinde kendi adına büro açmak üzere kitap ve videolarıyla beraber gönderdi. Cafer es-Sadr o yıllarda Muhammed Sadık es-Sadr’ın öğrencisiydi. Muhammed Sadık es-Sadr, Cafer es-Sadr’ı İran’a kendi adına göndererek İran’da aleyhine oluşan havayı dağıtmayı planlıyordu. Çünkü Muhammed Bakır es-Sadr’ın İran’da özellikle Iraklı Şii örgütlerinde büyük bir saygınlığı vardı. Muhammed Bakır el-Hakim, Mahmud Şahrudi, Kazım Hairi gibi İran rejimiyle yakın ilişkilere sahip İran’da sürgünde önemli Iraklı Şii liderler Muhammed Bakır es-Sadr’ın öğrencileriydi.
24 Temmuz 1998’de Kufe Mescidi’nde bir cuma namazı sonrası Cafer Sadr, İran yolculuğunun hemen öncesinde Muhammed Sadık es-Sadr ve oğulları, öğrencileri ve İsmail Vaili ile birlikte:
İsmail Vaili’nin aktardığına göre Muhammed Sadık es-Sadr kendilerine Hamaney’e ulaştırmak üzere bir hediye de vermişti. Fakat İran’a vardıklarında Hamaney kendileriyle görüşmeyi kabul etmediği gibi aracı ile ulaştırmaya çalıştıkları hediyeyi de “Ben Saddam’dan hediye kabul etmem” diyerek reddetti.
Kum’da İran devletinden izinsiz olarak Sadr adına büro açan Vaili ve Cafer Sadr, İran’daki Iraklılara Sadr’ın kitaplarını dağıtmaya başladılar. Sürgündeki Iraklıları en çok etkileyen ise Kufe Mescidi’nde onbinlerce kişinin kıldığı cuma namazı videoları oldu. Kum’daki Iraklılara, Irak’ta Muhammed Sadık es-Sadr öncülüğünde büyük bir uyanış olduğunu, Sadr aleyhine yapılan propagandalara aldanmamaları gerektiği, kendilerinden maddi ve manevi destek beklediklerini açıkladılar. Kum’daki İranlılar arasında Sadr yandaşları oluşmaya başladı.
Bu durumdan çok rahatsız olan İran devleti, büroyu kapatmadan önce Mahmud Şahrudi gibi Irak’ta Cafer es-Sadr’ın babası Bakır es-Sadr’a öğrencilik yapmış, şimdi İran’da İran devleti emrinde çalışan isimlerin Cafer es-Sadr ile görüşmesini ve onu bu işlerden vazgeçmeye ikna etmesini istedi.
Cafer es-Sadr’a Muhammed Sadık es-Sadr’ı Saddam’ın ajanı olarak gördüklerini söyleyen Mahmud Şahrudi ve diğer isimler onun peşini bırakmasını, adına çalışma yürütmemesini, Sadık es-Sadr’ın yaptığı gibi Saddam ile ittifak içerisinde bir çalışmanın değil babası Bakır es-Sadr gibi Saddam’a isyanın çözüm olduğunu iddia ettiler ve Cafer es-Sadr’a kendilerine katılmayı teklif ettiler.
Cafer es-Sadr ise onlara babasının Irak rejimine hazırlıksız isyanı ve rejimle uyuşmazlığı ile çok büyük bir hata yaptığını, Sadık es-Sadr’ın yaptığının doğru olduğunu söyledi. Ayrıca babasının hitabını Necef’te elitist bir çizgide tutup Irak halkının geneline ulaşamdığını, Muhammed Sadık es-Sadr’ın ise özellikle Güney Irak’ta büyük Şii toplulukları kazandığını söyledi. Cafer es-Sadr’ın delirdiğine hükmeden Mahmud Şahrudi ve arkadaşları konuşmayı sona erdirdi.
Bunun üzerine Kum’daki Sadr bürosuna İran devletince operasyon yapıldı. Cafer es-Sadr babasından dolayı hapse atılmazken ev hapsine alındı. İsmail Vaili ise İran’da hapsedilip ağır işkence gördü.
Saddam ile Sadr’ın ilk uyuşmazlığı: Erbain Yürüyüşü (Yaz 1998)
1970’li yıllarda Baas rejimi Şii dini törenlerinde büyük kalabalıkların toplu halde yürüyerek Kerbela ve Necef şehirlerine hareket etmesini güvenlik gerekçesiyle yasaklamıştı. Mayıs 1998’de Muhammed Sadık es-Sadr cuma hutbesinde bu adeti canlandıracaklarını duyurarak Hazreti Hüseyin’in 10 Muharrem’de öldürülmesinin ‘Erbain’i (40. günü) olan 6 Haziran 1998’de Kerbela’ya varacak şekilde takipçilerini Irak şehirlerinden Kerbela’ya yürümeye çağırdı:
Saddam rejiminden izin alınmadan yapılan bu çağrı, rejimin ilk kez Sadr ile bir anlaşmazlık yaşamasına sebep oldu. Saddam, Irak TV’de yayınlanan açıklamasında Kerbela ve Necef’iin ziyaretlerinin karşısında olmadıklarını, bilakis destekçisi olduklarını, uzun mesafeli toplu yürüyüşü yürüyenlerin ve yolların güvenliği açısından yasakladıklarını açıkladı:
Sadr’ın talep ettiği yürüyüş büyük oranda gerçekleşmedi, Sadr kendisi de yürüyüşe katılmadı. Yürüyüşe katılım düşük olunca katılımcılar Saddam rejimince büyük oranda engellenmeyip görmezden gelindi.
Bu yaşananlar Saddam rejiminin Sadr’a olan desteğini kesmemekle beraber bazı rejim çevrelerinde ilk kez Sadr’ın kontrolden çıkmaya başladığı endişelerine sebep oldu. 1998’den itibaren cumhurbaşkanı yardımcısı İzzet İbrahim ed-Duri’nin Sadr’a sıcak bakmaya devam ettiği ve onu savunduğu, Hristiyan Tarık Aziz’in ise Sadr’ı tehdit olarak görmeye başladığı iddia edilmektedir.
Rejim ile Sadr arasında ikinci ve ilkinden daha küçük bir gerilim de Ocak 1999’da Nasıriye şehrindeki Sadr yapılanması üzerinden yaşanacak, Sadr’ın Nasıriye cuma imamı ile Nasıriye valisi anlaşmazlığa düşüp karşı karşıya gelecek, Sadr cuma hutbelerinde devletten Nasıriye’de yaşanan soruna el atmasını isteyecekti.
ABD’nin Irak’a Çöl Tilkisi Operasyonu ve Sadr (Aralık 1998)
16-19 Aralık 1998’de ABD ‘Çöl Tilkisi’ adını verdiği harekatta Ramazan ayı başlangıcında Irak’ı havadan yoğun biçimde bombaladı. el-Cezire’de Aralık 1998’den Irak’a yapılan bombardımana dair bazı haberler:
Daha önce cuma hutbelerinde siyasi konulara girmekten özenle kaçınan Sadr, bu harekatı hazırlayan siyasi süreçten itibaren Saddam’ın ricasıyla cuma hutbelerinde Sadr ABD ve İsrail aleyhine konuşarak katılımcılara ABD ve İsrail aleyhine slogan attırdı.
Yine Sadr ABD’nin Irak’a Mehdi’nin çıkışını engellemek için saldırdığını, 1991 saldırısının da yeni saldırıların da bu amaçla yapıldığını iddia etti:
Yine bu dönemde Saddam rejimi Sadr’dan ABD ile işbirliğinin haram olduğuna dair bir fetva talep etti. Sadr ise kendisinden istenenin fazlasını yaparak İran’ı da dahil eder şekilde “Herhangi bir dış güçle Irak aleyhine işbirliği haramdır” fetvası verdi.
İran’da yayınlanıp Irak’a sokulan Sadr aleyhtarı bildiri
12 Aralık 1998’de İran’daki Muhammed Bakır el-Hakim liderliğindeki ‘Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi’, konseyin önde gelen yöneticilerinden Sadreddin Kabbanci’nin yazdığı ‘Muhammed Sadr’ isminde bir bildiri .
Bildiride Muhammed Sadr Saddam’a ajanlıkla suçlanıyor, onu taklidin caiz olmadığı söylenip Iraklı Şiilerden Ali Sistani’yi taklit etmeleri, ayrıca hem Saddam rejimine hem de Muhammed Sadr’a karşı mücadele talep ediliyordu. Muhammed Sadık es-Sadr “Saddam’ın dine karşı din projesi” olarak vasıflandırılıyordu. Ayrıca Saddam rejimi gibi baskıcı bir rejimde Sadr’ın “Veliyyu Emril Muslimin” gibi iddialı bir ünvanı kullanmasına rejimin izin vermesinin de Sadr’ın ajanlığına delil olduğu vurgulanıyordu.
Bu beyanın içeriği yeni olmamakla beraber bu kez görülmemiş bir sayıda bu bildiri basılmış, Irak dışındaki Iraklı Şiilerin yanı sıra Irak Ordusu’nu aşabilip Irak’a İran sınırından sızan Hakim’e bağlı Bedir Tugayları milisleri tarafından Irak içerisinde ve Necef’te de dağıtılmıştı. Irak istihbaratından Tahir Celil Habbuş’un aktardığına göre Saddam’ın yardımcısı ve naibi İzzet Duri Habbuş’a: Muhammed Sadık es-Sadr’a reis Saddam’ın ve benim selamımı söyleyin, kendisini seviyor ve takdir ediyoruz. Artan tehditler karşısında ona yakın koruma vermek istiyoruz.” dedi. Habbuş bu teklifi Muhammed Sadık es-Sadr’a ilettiğinde Sadr, askerlerden oluşan daimi yakın koruma verilmesinin aleyhindeki Saddam’ın ajanı olduğu propagandasına hizmet edebileceğini belirterek teklif için teşekkür etti ve reddetti. Habbuş’a cuma hutbelerine kefenle çıktığını hatırlatarak ölüme hazır olduğunu bildirdi.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın öldürülüşü (19 Şubat 1999)
19 Şubat 1999’da Kufe Mescidi’nde 45. kez cuma namazını kıldıran Muhammed Sadık es-Sadr, aynı gün adeti olduğu üzere akşam ve yatsı namazını birleştirerek Hazreti Ali Türbesi’nin avlusunda kıldırdı.
Sadr’ın 19 Şubat 1999’daki son cuma namazı ve hutbesi
:
Sadr’ın Hazreti Ali Türbesi avlusunda kıldırdığı bir akşam namazı:
Namazın ardından evine dönmek üzere türbeden iki oğlu ve bir öğrencisiyle beraber arabası ile hareket etti. On dakika sonra kimliği belirsiz silahsız kişiler kuytu bir yerde otomatik silahlarla arabasını taradı ve kaçtı.
Silah seslerini duyanlar yetişip müdahale etti. Sadr’ın iki oğlu Mustafa ve Muemmel Sadr, Sadr’ın arabadaki öğrencisi olay yerinde ölmüştü. Muhammed Sadık es-Sadr bilinci kapalı ve ağır yaralı olarak Necef’teki Saddam Hastanesi’ne kaldırıldı. Doktorların yoğun çabasına rağmen hayatını kaybetmişti. Saddam rejimi olayı öğrendiğinde Sadr hayatta değildi, bu sebeple öğrenir öğrenmez Necef’e ilettikleri Sadr’ın hastane şartlarının daha iyi olduğu Bağdat’a nakledilmesi talepleri de
anlamsız kaldı.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın öldürülmeden on dakika önce Hazreti Ali Türbesi’nden ayrılırken çekilen fotoğrafı
Muhammed Sadık es-Sadr’ın ölümünden önce Saddam Hastanesi’nde bilinci kapalı ve ağır yaralı olarak sedyeye yatırıldığı anda çekilen fotoğrafı
Muhammed Sadr’ın, Dünya’nın en büyük mezarlığı olduğu da iddia edilen Necef’in ünlü mezarlığı ‘Vadi-us Selam’a defin görüntüleri (Şubat 1999)
Bu faili meçhul suikastin ardından Saddam rejimi üzüntülerini bildirdi ve faillerinin yakalanacağını duyurdu.
el-Cezire’nin Sadr suikastinin hemen ardından 23 Şubat 1999’da Sadr yandaşlarının yoğun olarak yaşadığı Nasıriye ve Amara şehirlerini ziyareti, halk ve iki şehrin valisiyle röportajları:
Katillerin yakalandığı ilan ediliyor
Mart ayının başında Saddam rejimi Sadr cinayetinin faillerinin yakalandığını duyurdu. Saddam’ın oğlu Uday Hüseyin’in yönettiği Şebab (Gençlik) TV’de cinayetin faili olduğu iddia edilen İranlı Şii molla Abbas el-Kufi ve adamları cinayetin failleri olarak teşhir edildi.
Videonun devamında 1991-1993 döneminde Irak Başbakanı, suikastin gerçekleştiği 1999’da Necef’i de kapsayan Orta Fırat Bölgesi valisi olan Baasçı Şii Muhammed Hamza Zubeydi’nin (1938-2005) taziye meclisini ziyaret ettiği, kendisini Mukteda Sadr’ın kardeşi Murtaza Sadr, Muhammed Yakubi, Ali Numani gibi Sadr Hareketi’nin önde gelen isimlerinin karşıladığı yayınlandı.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın hayatta kalan iki oğlundan biri olan Mukteda es-Sadr, bu gelişmeler üzerine Saddam’a babasının cinayetini aydınlattığı için bir teşekkür mektubu gönderdi. Bu mektup Mart 1999’da Irak gazetelerinde yayınlandı:
Mukteda Sadr’ın bu süreçte rejimin izniyle babasının katilleri olarak suçlananların sorgulalarına katıldığı da iddia edilmektedir. Sadr cinayetiyle suçlanan Abbas el-Kufi ve arkadaşları Nisan 1999’da idam edilmiştir.
Muhammed Sadık es-Sadr’ı kim öldürdü? İran mı Saddam mı?
Muhammed Sadık es-Sadr’ı aslında kimin öldürdüğüne dair tartışmalar aradan geçen 21 seneye rağmen hala sona ermemiştir.
İlk ve en yaygın teori Sadr’ı gerçekten de İran’ın, İran’daki Iraklı Şii örgütler ve Necef’teki İranlı mollaların ittifakıyla öldürdüğü yönündedir. Bu ittifakın Irak’a dair planlarında arkasında dev bir halk desteği olan ve bu desteği git gide büyüten Sadr’ı önlerinde engel olarak gördüğü için öldürdükleri belirtilmektedir. 2003 Irak işgali öncesinde Sadr Grubu’nun tezi de bu yöndeydi.
İkinci teori ise Sadr’ı aslında Saddam’ın öldürdüğü yönündedir. Bu teoride rejimin Mayıs 1998’den itibaren daha önce Irak Şiilerini İran etkisinden koruyan bir araç olarak gördüğü Sadr’ın büyüyen gücünden korktuğu vurgulanmaktadır. Bu iddia Sadr cinayetinin ardından İran’ın Hamaney’e yakın muhafazakar gazetelerinde ve Irak dışındaki bazı Şii çevrelerde dillendirilmiştir.
Fakat bu teoriye Sadr’dan Saddam rejimine herhangi bir tehdit gelmediği, Sadr’a Saddam rejiminin aktif desteğinin ölümüne kadar devam ettiği, en çok da Sadr’ın alternatifinin İran ve Necef’teki İranlı mollalar olduğundan Saddam rejimi için vazgeçilmezliği, en azından Saddam’ın Sadr’a kötünün iyisi olarak baktığı ile karşı çıkılmaktadır.
Sadr Grubu başlangıçta cinayetten İran’ı sorumlu tutsa da 2003 işgaliyle grubun resmi söylemi değişmeye başladı. Sadr cinayetinden sonra İran ve diğer Iraklı Şii örgütlerin Muhammed Sadık es-Sadr aleyhine yayınlarını büyük ölçüde kesmişlerdi. Sadr Grubu’nun İran’ın Irak’ta git gide hakim olacağı bu yeni dönemde Muhammed Sadık es-Sadr’ı İran’ın öldürdüğünü açıktan iddia etmesi siyasi büyük tehlikeler içeriyordu. Üstelik ve daha önemlisi bu iddia, diğer Şii grupların Muhammed Sadık es-Sadr’ın Saddam rejimi ile ilişkisini sürekli işlemesine sebep olabilirdi. Bu sebeple 2003 sonrasında Muhammed Sadık es-Sadr’ın mercilik tarihi büyük ölçüde yeniden yazılarak Muhammed Sadık es-Sadr, Sadr Grubu tarafından “Saddam’a karşı direnen ve bu uğurda şehit olan” merci olarak sunuldu. Saddam rejiminin devrilmesinin hemen ardından 2003 yılında bazı İran gazeteleri Muhammed Sadık es-Sadr aleyhine yeniden yayınlar yapsa da bu tutum uzun sürmedi.
Muhammed Bakır el-Hakim Irak’ın işgaliyle beraber Mayıs 2003’te İran’dan Irak’a döndü. Bu yolculuğundan önce İran istihbaratının kendisini Sadr Grubu’nun intikam almak için öldürmeyi hedeflediği konusunda uyardı. 29 Ağustos 2003’te Necef’te bombalı bir saldırıda öldürüldü. Bu saldırıdan dolayı henüz yakalanamamış olan Saddam Hüseyin, ve onun yanı sıra Ebu Musab ez-Zerkavi’nin liderlik ettiği ‘Tevhid ve Cihad Cemaati’ ile beraber Sadr Grubu da suçlandı.
ABD Ordusu ile beraber Necef’e giren Ebulkasım el-Hoyi’nin küçük oğlu ve Londra’daki Hoyi merkezinin yöneticisi Abdulmecid el-Hoyi (1962-2003) 10 Nisan 2003’te Sadr taraftarlarınca aleni bir şekilde linç edildi. Abdulmecid el-Hoyi’nin merkezi aracılığıyla özellikle basında 1990’lı yıllarda Muhammed Sadık es-Sadr aleyhine yoğun bir propaganda yürüttüğünden bu saldırı da bir intikam saldırısı olarak değerlendirildi.
Üçüncü bir teori ise Sadr Grubu’nun bir kısmının halen iddiası olan Muhammed Sadık es-Sadr’ı Saddam’ın değil ama Saddam rejiminin bir kanadının öldürdüğü yönündedir. Bu iddiaya göre Saddam Sadr’dan rahatsız değil, İzzet Duri ise Sadr’ı sevmektedir. Daha seküler olan Tarık Aziz ve Saddam’ın oğlu Kusay Hüseyin’in gizli planıyla Sadr suikasti gerçekleşmiş, Saddam bu gerçeği hiçbir zaman öğrenememiştir.
Saddam yeni ‘Resmi Merci’ arayışında
Muhammed Sadıkes-Sadr’ın öldürülmesiyle havzanın başına İranlı merci Sistani’nin geçmesinin yolunun açılmasından endişe eden Saddam, yeni bir birlikte çalışabileceği Iraklı Şii Arap merci arayışına girdi. Tek uygun aday olan Hüseyin Bahrululum’a (1929-2001) teklif götürüldü. Rejimle ilişkileri iyi olan Hüseyin Bahrululum, Muhammed Sadr’ın başına gelenlerden korkarak yaşlılığını ve havzanın sosyal ortamından uzun süredir çekildiğini, Irak Şiileri arasında pek az takipçisi olduğunu ileri sürerek rejime mazeretini bildirip görevi kabul etmedi.
Hüseyin Bahrululum
‘Resmi merci’ arayışından vazgeçen rejim, kendisini tamamen evine kapatan Sistani’nin büyük bir tehdit oluşturmayabileceğine karar verdi, fakat Sistani’nin havzanın başı olmasını da tanımadı. Havzadaki yabancıların ikametini uzatma yetkisi rejimin ukdesine alındı.
Sadr suikasti, Hakim ve Kasım Süleymani
Muhammed Sadr’ın öldürülmesinden sonra ilginç bir gelişme İran’da yaşandı. Hayattayken Sadr’a düşmanlık gösterenlerin başında gelen ‘Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi’ ve ‘Bedir Tugayları’ lideri Muhammed Bakır el-Hakim, Sadr’ın ölümünden Saddam’ı sorumlu tutup bunu Irak’ta bir Şii isyanı için fırsata çevirmek ve üzerindeki Sadr cinayeti töhmetini atabilmek için İran’ın Kum şehrindeki Mescidi Azam camisinde Sadr için taziye töreni düzenledi.
1998’de Cafer es-Sadr ve İsmail el-Vaili’nin Sadr adına Kum’da açtığı ofisin çalışmalarıyla İran’daki Iraklılar arasında Muhammed Sadr yandaşı bir kitle meydana çıkmıştı. Hakim’in son bir yılda Muhammed Sadr aleyhine artan yayınlarına kızan ve Sadr’ın öldürülmesiyle öfke patlaması yaşayan bu kitle taziye meclisinde Hakim’i protesto ettiler. Hakim’in Sadr’ın ölümüne üzgün olduğunu iddia ettiği anda “Sadr’ı sen öldürdün” diye bağıran Sadr yandaşlarından Hakim’e ayakkabı fırlatanlar oldu. Sadr yanlısı öfkeli protestocular İran askerleri tarafından gözaltına alındılar.
Yine bu dönemde Hakim Grubu, Muhammed Sadık es-Sadr ve Muhammed Bakır el-Hakim resimlerinin birlikte taşındığı Tahran’daki Irak elçiliği önünde Sadr suikastinde Irak yönetimini suçlayan bir protesto düzenledi:
Protestonun Hakim Grubu ve İran tarafından üzerlerindeki Sadr suikastinin faili oldukları şüphesini gidermek için planlandığı iddia edildi.
Sadr yandaşlarından Sadr suikastinin İran’ın işi olduğunu iddia edenler 1999’dan günümüze, suikastin Hakim’in Bedir Tugayları ve Kasım Süleymani’nin (1957-2020) organizesiyle gerçekleştiğini belirtmektedirler. 1990’lı yıllarda Süleymani’nin Bedir Tugayları’nın eğitimiyle ilgilendiği ve Irak-İran sınırından saldırılar düzenlemeleri için Irak’a sızmalarına yardım ettiği bilinmektedir. Muhammed Sadr’a yakın isimlerden İsmail Vaili Sadr suikastinde açıkça Kasım Süleymani’yi suçlamakta ve Sadr’a Hakim’in düşmanlığını herkesin bildiğini ama o yıllarda yurt dışında muhalefette olan 2006-2014 dönemi Irak başbakanı Nuri el-Maliki’nin ve lideri olduğu Dava Partisi’nin Sadr’a Hakim’den bile daha çok düşmanlık yaptığının üzerinin örtüldüğünü, suikastten Nuri el-Maliki’nin de sorumlu olduğunu iddia etmektedir.
Aralık 1998’de Hakim Grubu’nun Muhammed Sadr aleyhine yayınladığı bildirilerin Irak’a sızdırılmasına ve Irak’ta dağıtılmasına da Süleymani’nin nezaret ettiği belirilmektedir.
Irak Şiileri üzerine 1990’lı yıllarda düşmanca bir rekabete girişen iki Şii lider: Muhammed Sadık es-Sadr ve Muhammed Bakır el-Hakim
Ölümünün ardından Muhammed Sadık es-Sadr ve Sadr Hareketi
Sadr Hareketi’nde 2003 sonrasında ilk Sadr olarak genelde Muhammed Bakır es-Sadr zikredilse de Muhammed Bakır es-Sadr Irak’ta kalıcı bir hareket kuramamış, Sadr Hareketi devletin desteğiyle Muhammed Sadık es-Sadr tarafından sıfırdan kurulmuştur. Öldürüldüğü tarihte Irak Şiilerinden milyonları etkiler hale gelmiş ama hem Irak’a o yıllarda uygulanan sıkı BM Ambargosu hem de İran’ın, Necef’teki ve Irak dışındaki tüm Şii grupların aleyhine birleşmesi nedeniyle Muhammed Sadık es-Sadr’ın faaliyetleri sağlığındayken Irak dışına hemen hemen hiç ulaşamamıştı.
Suikastte Sadr’ın yerine yetiştirdiği isim olan büyük oğlu Mustafa’nın ölümü Sadr Hareketi için ikinci büyük oğlu oldu. Oğlu Muemmel’in de ölümüyle geriye hasta iki oğlu Mukteda ve Murtaza kaldı.
Murtaza Sadr küçükken geçirdiği ağır hastalıkların etkisi altında fiziki zorluklar yaşadığından harekette babası zamanında da görev almamış, sonrasında da böyle bir talebi olmamış, münzevi yaşayan bir isimdi.
Mukteda Sadr ise fiziken sağlıklı olmakla beraber bipolar hastasıydı. Babasının sağlığında havza derslerinin hepsinden kalmış bir isimdi. Fakat meydana gelen boşlukla Sadr Hareketi’nin tabanının babasına sevgisine istinaden grubun lideri oldu. 2003’ten sonra dünya medyası tarafından da tanınan bir isim oldu.
Sadr’ın talebelerinden ve Sadr’ın Saddam’ın desteğiyle Necef’te 1997’de açtığı Sadr Üniversitesi’nin dekanı Muhammed Yakubi (1960-) Sadr’ın merci olarak kendisini bıraktığını iddia ederek merciliğini ilan etti. Merciliğini kabul etmeyen Sadr Hareketi’nden ağırlıklı olarak hemşehrisi olan Basralılarla beraber ayrılıp kendi cemaatini ve 2003 sonrasında Fazilet Partisi’ni kurdu.
1999’dan yıkılışına kadar Saddam rejimiyle iyi ilişkileri korumaya dikkat eden Yakubi, Sadr’ın aksine Saddam’ı açıktan övmekten çekinmedi:
Ayetullah Yakubi, 2001’de yaptığı bir konuşmada Saddam’ı ‘İmani Hamle’yi ilan eden ve hikmetle İslamı tatbik edip İslam’ın hayattaki yerini canlandıran isim olarak övüyor:
Muhammed Yakubi kadar ünlü olmasa da Mahmud Serhi (1964-) gibi Sadr’ın bazı öğrencileri de Sadr’ın ölümünün ardından merci olduklarını iddia ettiler.
Sadr’ın Mehdi beklentisine vurgusu aynı zamanda sonrasında takipçileri arasından Mehdi olduğu, Mehdi’nin elçisi olduğu iddiasındaki pek çok kimsenin çıkmasına neden oldu. Sadr hayattayken 1998’de bazı Sadr yandaşı gençler Mehdi’nin çıkışını hızlandırmak için çok günah işlemeleri gerektiği inancıyla organize olup kasten İslam’ın yasakladığı şeyleri işlediler.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın oğlu Mukteda es-Sadr 2007 yılında ABD’nin kendisine saldırmasından endişe ederek İran’a sığınmak zorunda kaldı. Bu da Sadr Hareketi’nin İran konusunda 2003’te yaşadığı kırılmadan daha büyük bir kırılma yaşanmasına, 2007’den bu yana Mukteda Sadr’ın İran hakkında birbiriyle çelişen söylemlerine sebep oldu.
2003 sonrasında Sadr Grubu’ndan ayrılan İsmail Vaili ve Muhammed Sadr’ın bazı öğrencileri, Mukteda Sadr’ı yerini aldığı için babasının ölümüne üzülmemekle, suikastinin izini sürmemekle itham ettiler.
2003 sonrasında tarihin yeniden üretilmesi döneminde Sadr’ın Saddam’a ve valilerine meydan okuduğu, rejim tarafından öldürüldüğüne dair bazı kimselerin gerçek sandığı pek çok temsil yapıldı:
“Irak’ın Noel Babası”
Sadr Hareketi tarafından Muhammed Sadık es-Sadr ölümünün, özellikle de 2003’ün ardından bir azize dönüştürüldü. Adına görkemli anmalar yapıldı, sayısız mersiye yazıldı.
Türbesinin şifa kaynağı olduğu ilan edildi. Hasta insanlar türbenin içinde ve çevresinde iyiliştiklerini iddia ettiler. Bazı Iraklı Şiiler Sadr’ın öldükten sonra kendilerini ziyaret edip yardım ettiğini ilan etti. Bu durum Batı literatürüne dahi girdi ve Muhammed Sadık es-Sadr için “Iraq’s Santa Claus” (Irak’ın Noel Babası) tabiri kullanılır oldu.
Muhammed Sadr müzik sektörü
Muhammed Sadr’ın sağlığında güneyli aşiret kültüründe büyük yeri olan meddahlık ve mersiyecilik içerikli şairliğin etkisiyle Muhammed Sadr ve faaliyetlerini öven şairler ünlü olmuş, pek çok güneyli şair Muhammed Sadr’ın huzurunda onu öven şiirler okumuştu.
Sadr’ın ölümünün ardından ağıtlı mersiyecilik yaygınlaşmıştı. 2003 sonrasında ise tamamına yakını Sadr’ın takipçilerinin çoğunluğunu oluşturan güney illerinden gelen bazı mersiyeciler Muhammed Sadr övgülü, güneyli aşiretlerin oyun havalarıyla arabeski ve Şii dini mersiyelerini harmanlayan bir Muhammed Sadr övgüleri külliyatı oluşturdu. Yeni dönemde Mukteda Sadr ve 2004-2008 döneminde ABD Ordusu’na karşı da savaşan Sadr’ın ‘Mehdi Ordusu’na övgüleri de Muhammed Sadr övgülerine katan bu mersiyeciler Irak’ın yeni şarkıcılarına dönüşerek kurdukları şirketlerle Muhammed Sadr’ı sevenlerin üzerinden zengin olmayı başardılar. Bu durum Sadr Hareketi’nin bazı isimleri tarafından daha sonra eleştirilmeye başlandı ve “halkın dini duygularıyla oynama”, “halkın Muhammed Sadık es-Sadr sevgisini istismarla zengin olma” olarak isimlendirildi.
Bazı örnekler:
Diğer Şiilerce bu kutsama “Sadrcılar Mehdi ve imamları bırakıp kendilerini Muhammed Sadık es-Sadr övgüsüne hasretti” eleştirilerine neden oldu.
“Muhammed Sadık es-Sadr musluk suyunda görüldü”
Muhammed Sadık es-Sadr’ın taraftarları onun ölümünden sonra “mucize”ler gösterdiğini, çeşitli yerlerde göründüğünü iddia ettiler.
Irak’ın Basra şehrinde 2005 yılında bir musluktan akan suda Muhammed Sadık es-Sadr’ın Kufe Mescidi’nde cuma hutbesi verdiği zamanlardaki görüntüsünün göründüğünü öne sürdüler:
Irak istihbaratı belgelerinde Muhammed Sadık es-Sadr
2003’te Saddam rejiminin devrilmesinin ardından ele geçirilien istihbari belgelerde Muhammed Sadık es-Sadr ile ilgili bilgiler de ifşa oldu.
Muhammed Sadık es-Sadr ile yakın ilişkide olduğu önceden de bilinen Irak İstihbaratı’nın önde gelen isimlerinden Tahir Celil Habbuş’un gizli evrakları, Saddam rejiminin Muhammed Sadık es-Sadr’ın mercilik ağlarını nasıl kurduğunu, ona nasıl destek olup onu koruduğunu da ortaya koyuyurdu.
Tahir Celil Habbuş’un Barzani, Talabani, Necef Havzası, Hüseyin es-Sadr ve Muhammed Sadık es-Sadr’a dair notlarını içeren istihbari belgelerinden .
Habbuş bu notlarında Saddam rejiminin maddi ve manevi her açıdan Muhammed Sadık es-Sadr’ı desteklediğini, Irak Şiilerini doğrudan ve dolaylı yollardan ona yönlendirdiğini, amacının Irak Şiilerini İran etkisinden kurtarıp Iraklı Arap ve Iraklılığa, Araplığa vurgusu yüksek bir merci altında tutmak olduğunu belirtiyor.
Iraklı gazeteci Humeyd Abdullah, Saddam rejiminin devrilmesinin ardından ifşa olan rejim istihbaratının iç yazışmalarında rejimin Sadr ile Hakim arasındaki mücadeleyi yakından takip ettiğini, Tahrandaki Irak elçiliğinin Kum’daki Sadr yanlılarının Muhammed Bakır el-Hakim’i protestosunu Bağdat’a ilettiğini belirterek Irak istihbaratının sağlığında da ölümünden sonra da Muhammed Sadık es-Sadr için “İmam Sadr” gibi tazim edici ifadeler kullandığını vurguluyor.
Muhammed Sadık es-Sadr’ın Şiiler tarafından eleştirilen bazı dini görüşleri
İran devleti ve pek çok Şii örgütçe “Saddam’a ajanlık” ile suçlanan Muhammed Sadr’ın bazı dini görüşleri de Şii çevrelerde eleştirilere neden olmuştur.
– Cuma namazının Şiilikte Mehdi dönmeden de farz-ı ayn olduğu iddiası hem cuma namazının bu durumda kılınmasına karşı olan, hem de farzı- ayn görmeden kılan Şii çevrelerce eleştirilmiştir.
– Sadr’ın Mevsuatu-l Mehdi (Mehdi Ansiklopedisi) isimli eserinde Mehdi/12. İmam’ın gaflete düşebileceğini belirtmesi bazı Şiilerce “itikadi küfür” olarak isimlendirilmiştir.
– Tarihu-l Ğaybetu-l Kubra (Büyük Kayboluş Tarihi: Büyük Kayboluş Şii inancında kayıp imamın elçileri aracılığıyla sürdürdüğü iletişimi de kesmesiyle başlayan dönem) isimli eserinde Mısır’daki Şii Fatımi Devleti’ne son veren ve genel olarak Şiilikle mücadele eden Selahaddin-i Eyyubi’yi Haçlılarla savaşlarından dolayı övmesi “Şiiliğe ihanet” olarak isimlendirilmiştir.
– Kufe Mescidi’nde bir cuma hutbesinde Hazreti Hüseyinin katledildiği Kerbela Olayı’ndaki orduyu yöneten Kufe valisi Ubeydullah bin Ziyad’ın Emevilere bağlı görünmesine rağmen aslında Bizans İmparatorluğu ajanı olduğunu ve Hazreti Hüseyin’i Bizans’ın emriyle katlettiğini iddia etmesi de Şii çevrelerde çok eleştirilmiştir:
Kaynak: Mepa News
*Yayınlanan haberlerde yer alan düşünceler ve ortaya konulan fikirler veya kişiler Mira Haber’in editöryel politikasını yansıtmayabilir.